2 Ocak 2012 Pazartesi

Hiçbir ressam can sıkıntısından ölmedi…


Elizabeth Lunday’in Büyük Sanatçıların Gizli Hayatları adlı kitabını okuduktan sonra resim sanatına farklı gözle bakmaya başlayacaksınız. Hatta hiçbir müze gezisi sizin için durağan ve sıkıcı olmayacak. Lunday’e göre hiçbir ressam can sıkıntısından ölmedi. Zira hepsi de büyük sanatın doğduğu yerde, kaosun kıyısında yaşamıştı…




Çiçek görüntüsü altında devasa vajinalar çizen Georgia O’Keeffe resim yapmak için tuvalin başına geçmeden önce çırılçıplak soyunurmuş. Bu yüzden eve gelen konukların sık sık nahoş durumlarla karşılaştıkları yani ev sahibesini çıplak olarak ‘bastıkları’ olurmuş… Dünyanın en çok satan ressamı Thomas Kinkade’in öncülü aslında Albrecht Dürer’miş. Kinkade’in, son derece kitsch tablolarını internet üzerinden pazarlayarak çok ama çok zengin olması gibi, Dürer de her resminden yüzlerce kopyayı bizzat çıkarıp kitapçılarda satışa sunuyormuş… Aralarındaki büyük deha farkı ayrı konu. Gerçekçiliğe önem veren ve modelsiz resim yapmayan Caravaggio, Lazarus’un Dirilişi tablosu için yardımcılarından yeni gömülmüş bir cesedi mezardan çıkarıp kollarından tutarak poz verdirtmelerini istemiş. Dahası eline bir hançer alarak cesedi yine gerçekçilik adına bir kez daha ‘öldürmüş’. Ancak yardımcılarının kokudan bayılmaları yüzünden poz verme seansı kısa sürmüş.
Büyük Sanatçıların Gizli Hayatları adlı kitapta dahi ressamların inayetten sahtekarlığa, düzenbazlıktan züppeliğe türlü çeşit acayip hikayeleri anlatılıyor. Aralarında oturma odasında orji düzenleyenler de var, hapiste yatanlar da… Hatta Aşk Gemisi’nde konuk oyuncu olarak görünenler bile var.
Kitaptaki bölüm adları da birbirinden eğlenceli… Genç bir adam olarak çileden çıkmış ressam… Penis kardeşliği… Tavus kuşu odası tedirginliği… İncelmiş vahşinin gizli çekiciliği… Başarıya erişmezseniz, mezar taşınızı bekleyin… Teşhis: Deha… Hayat limon servisi yapıyorsa, sen sanat yap… Tual üzerinde herkes çığlık attığını duyabilir… Cebindeki silah mı, yoksa sadece beni gördüğüne mi sevindin? Şeref baş ağrıtıyor… Kübizm pasaklı olduğunu asla itiraf etmek zorunda değilsin demektir… En iyi küçük genelev… İneklerim var, seyahat ederim… Elveda melekler, merhaba devrim… Silinmeden önce hayat… Erkek, hizmetçisinden belli olur… Son ölen son sözü söyler… Kimse Michealangelo’yu köşeye sıkıştıramaz ama bir tavan arasına, belki…
İşte kitapta hikaye edilen ressamlar ve heykeltraşlardan seçtiğim birkaç tanesi…
August Rodin: Kalpsiz sevgili ve hayırsız koca
Okuma yazma bile bilmeyen, güzel ve zeki bile olmayan bir terzi kızla, Rose Beurret’yle sevgili oldu. Kadın onun bütün işlerini yapıyor, gıkını çıkarmadan köle gibi çalışıyor, üstelik sanatçının başka kadınlarla olan kısa ve uzun süreli ilişkilerine karışmıyordu. Camille Claudel’le olan fırtınalı ve uzun beraberliğe bile öfkelenmedi. Rose sabırla vefakalarlıkla Rodin’in tamamen ona ait olacağı günü bekledi. Adamsa ondan olan oğlunu evlat edinmeye bile tenezzül etmediği gibi sevgilisine müthiş servetinden zırnık koklatmadı, ona ufak bir hizmetçi maaşından fazlasını uygun bulmuyordu. Kadın da zaten hizmetçiden farksızdı. Rodin, tam 53 yıl sonra, iyice yaşlandıklarında ancak Rose’a evlenme teklif etti. Ancak Rose birkaç gün sonra hastalandı. Yatalak olarak geçirdiği iki haftadan sonra, taze gelinliğinin tanı bile çıkaramadan öldü.
Andy Warhol: Fabrika’daki kayıp ruhlar
Radikal bir feminist tarafından vurulan Andy Warhol 1963′te bir depo alıp adını Fabrika koydu. Hem atölye hem de 24 saat parti mekanı işlevi gören Fabrika’ya çoğunluğu uyuşturucu bağımlısı olan ve Rezil Rita, Belediye Başkanı, Düşes ya da Şekerleme Perisi gibi garip adlar taşıyan eşcinseller, transseksüeller geliyordu. Warhol onları zen benzeri bir umursamazlıkla kabul ediyor hatta bu tavrını zaman zaman acımasız bir kayıtsızlığa dönüştürebiliyordu. Bir keresinde Freddie herco adlı biri LSD tribi esnasında kendini Fabrika’nın beşinci katından atmıştı. Warhol asistanlarını şöyle azarladı: “Niçin beni önceden uyarmadınız? Kameramı hazırlamış olsaydım olayı filme çekebilirdim.”
Frida Kahlo: Kocasını bebek gibi yıkayan kadın
Frida Kahlo onu sayısız kereler aldatan ve sonradan “Şeytandan bile kötü” diye tanımlayacağı ressam kocası Diego Riviera’yla tanıştığında adeta büyülenmişti. Saatlerce onun çalıştığı yere gidip onu seyrediyordu. Aralarında büyük yaş farkı vardı, dahası arkadaşları Diego’yu çirkin, pis ve şişman buluyor, Frida’nın onda neyi beğendiğini anlayamıyorlardı. Frida şöyle dedi onlara: “O müfik, sevecen , bilge ve tatlı biri. Ne olmuş şişman ve kirliyse? Ben onu yıkar, temizlerim.” Gerçekten de öyle oldu. Yıkanmaktan hazzetmeyen Diego Riviera’yı küvete girmeye ancak Frida ikna edebiliyordu ve 140 kiloluk kocasını suda yüzen ördekler ve diğer oyuncaklarla birlikte saatlerce sabunlayıp temizliyordu.
M.C. Escher: Lütfen bana ‘Sir’ deyiniz!
Bu illüzyon numaraları kullanarak farklı dünyalar ve farklı boyutlar icat eden nevi şahsına münhasır ressamın popülerliği 1960′larda doruğa çıkmıştı. En büyük hayranlarından biri de Mick Jagger’dı. Jagger onunla tanıştıktan kısa bir süre sonra bir mektup yazdı ve yeni Rolling Stones albümünün kapak grafiklerini yapmasını rica etti. Salvador Dali dışında hiçbir meslektaşını beğenmeyen kibirli ve havalı Escher yaşlı bir İngiliz beyefendisi olarak sadece sevgi ve hayranlık değil aynı zamanda saygı da bekliyordu. Jagger’a şu cevabı yazdı: “Lütfen bir daha bana ön adımı kullanarak ‘Sevgili Maurits’ diye hitap edemeyeceğinizi hatırlatmama izin verin.”
Marcel Duchamp: Olimpiyatlara katılan ressam
Dada’nın temsilcilerinden Marcel Duchamp’a şöhretinin doruğundayken, bir mültimilyarderden müthiş bir teklif geldi. Hayatı boyunca yapacağı her resim için 10 bin dolar alacaktı. (Eserlerini nasıl yaptığını bilenler için bunun hakikaten iyi teklif olduğunu söylemek gerek. Mesela ucuz bir Mona Lisa röprodüksiyonuna alelacele bıyık çiziktiriveriyor ve böylece büyük para kazanabiliyordu.) Bunu duyan Duchamp satranç oynamayı sanata tercih ettiğini söyleyerek resim yapmayı bıraktığını açıkladı. Ve gerçekten de gününün neredeyse 24 saatini satranç oynayarak geçirmeye başladı. İki yıl sonra Büyük Usta ünvanını aldı hatta Fransa’yı olimpiyatlarda temsil etti. Bu arada hakiki Mona Lisa’nın kaşları da yüzlerce yıldır ayrı bir esrar. Zira resmin ilk tasarım notlarında Leonardo şöyle yazmış: “Doğal kaşları var. Tüyler özellikle bir yerde daha da yoğun biçimde çıkmış” Gelin görün ki dünyanın bu en ünlü tablosundaki kadının kaşları yok. Ya Leonardo yarı yolda kaşları tamamlamaktan vazgeçti ya da kaşlar esrarengiz bir biçimde sonradan yok oldu.
Birkaç tuhaflık daha
Salvador Dalí aşık olduğu Gala’yı baştan çıkarmak için gübreden elde ettiği çok igrenç bir parfüm yapmış.
Gabriel Dante Rossetti’nin sayısız egzotik hayvandan oluşan büyük bir hayvanat bahçesi varmış. Lakin en sevdiği hayvanı, Avustralya’dan getirttiği kangruyla domuz karışımı bir mahluk olan vombat’mış. Rosetti onun yemek masasının üzerinde uyumasına bile izin veriyormuş.
Ressam ve heykeltraş Michelangelo’nun vücudu öyle kötü kokuyormuş ki, yardımcıları onunla uzun süre çalışmaya dayanamadıkları için ‘istifa ediyorlarmış’. Michealangelo’nun bir diğer tuhaflığı da ömrü uzattığına inandığı için cinsel perhiz yapmasıymış.
Edward Hopper düzenli olarak karısını dövermiş.
Claude Monet ilk karısı kanserden ölmeden birkaç gün önce, yeni tanıştığı bir kadınla nişanlanmış karısı öldükten hemen sonra da yeniden evlenmiş.
Kulağı kesik ressam Vincent van Gogh tüpteki boyalara tıpkı çocukların çikolatalı kremaya baktığı gibi bakar, hatta o boyaları tüpten emerek yermiş.
Oturma odasında orji düzenleyen genelev müdavimi Pablo Picasso tam bir heykel zararlısıymış; Louvre Müzesi’ndeki bazı heykelleri parçaladığı ya da kafalarını kırdığı için aylarca hapis yatmış.
Pop Art’ın yaratıcısı ve en büyük temsilcisi Andy Warhol Aşk Gemisi adlı dizinin bir bölümünde oyuncu olarak seyirci karşısına çıkmış.
Gülenay Börekçi, Habertür

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder