10 Aralık 2010 Cuma

KAĞIT HAMURUNDAN MASKE YAPIMI

 KAĞIT HAMURUNUN HAZIRLANMASI: 

  Yapacağınız modele yetecek kadar gazete kağıdını,(kağıt havlu veya tuvalet kağıdı da olur ancak bolca gerekir) veya yumurta keplerini bir leğenin içinde suda yumuşatıp parçalayın. Parçalanmış kağıdı suyuyla birlikte bir kazana-tenekeye koyup 15-20 dakika karıştırarak kaynatın. Uygun bir yere boşaltarak soğumaya bırakın. Soğuyunca avuç avuç alıp, suyunu sıkın ve bir naylon torbaya koyup ufalayın. Ufalanmış kağıda beyaz tutkal katıp ucu enli bir bıçak ile ( meyve bıçağı olabilir) ezerek hamur haline getirin.(Blendir en uygunu. Anneniz izin verirse tabi...) Naylon torba içinde muhafaza edin. Kullanmaya başlayacağınız zaman yine yeteri kadar tutkal ile yoğurun. Tıpkı ekmek hamuru kıvamında olması gerekiyor.
Ne cıvık, olacak ne de katı. Kağıdın içindeki sert parçacıkları iyice eritmeniz lazım. Özellikle detay çalışmalarda hamurun iyice erimesi gerekiyor. Zamanla kağıt hamurunu kullandıkça kıvamını kendiniz bileceksiniz. Tabii büyük bir ihtimalle kağıt hamurunu elinize ilk aldığınızda kısa zaman içinde pes edeceksiniz. Eğer basit bir model yaparsanız ve becerirseniz hamurun şekil alma yetisine hayran kalıp devam edeceksiniz. İlk başta zor
modeller yapmak isteği sizi hayal kırıklığına uğratabilir. Yapacağınız model iskeleti için
tel kullanabilirsiniz. Kağıt hamurunu telin üzerine makara ipi ile sararak kaplayın.
Ufak modellerde 1/2 (Yarım) cm kalınlık yeterli olur. Yapmak istediğiniz modelin kabaca ilk
şeklini vermeye çalışın. Sonra bekleyeceksiniz. Modeli güneşte veya sıcak bir yerde kurumaya bırakın.
Suyunu kaybettikçe dış kabuk sertleşecek. İşlenebilecek kadar kuruyunca modeli şekillendirmeye devam edin.
Aşama aşama yavaş yavaş modeliniz oluşacak. Acele yok. 20-25 cm. boyunda bir heykelin kuruma aşamaları ile birlikte en az bir ay sürebileceğini söyleyeyim. Tabii detaylı bir çalışma ise. Daha kısa zamanda da eserler ortaya çıkarabilirsiniz. Tabii birden fazla model yaparak biri kururken diğerlerini yapıp hem elinizi hamura alıştırır, hem de sabırsızlığınızı yenebilirsiniz.
    Yapım aşamasında çeşitli bıçaklar kullanabilirsiniz. Malzemelerinizi su içinde muhafaza edin. Ellerinizi sık sık yıkayın. Tutkalın deriye bir zararını görmedim. Tabii sık sık yıkamak gerekiyor.
Maket bıçağı ile modelinizin kurumuş fazlalıklarını yonta bilirsiniz. Eğer çok sertleşmiş ise biraz ısıtıp yumuşatın. Zımpara ile yüzeyleri düzeltebilirsiniz. Hamurla ne kadar çok uğraşırsanız o kadar alışır ve kendinize göre yöntemler bulabilirsiniz. Bir çok püf noktaları var. Bunları zaman içerisinde kendiniz keşfetmeniz gerekiyor.
Pes etmeyenler ve ortaya bir eser çıkarabilenlerin eserlerini görmek beni ayrıca mutlu edecektir.

MASKE YAPIMI: 
Maske yapmak için kalın ve büyük balonlar üzerinde çalışmak gerek. Balon üzerine, yapacağınız maskeyi ispirtolu kalemle çizin, çizilen çizgiyi takip ederek maske şeklinin içine hazırladığınız hamuru koyun, sabırla uğraşın sonuç çok güzel olacaktır...

20 yıldır birilerine bu işi öğretmeyi çok istedim. Aslında insanın zamanını almayabilecek bir uğraşı bu. Vakti olmayanlar için söylüyorum, her gün bir saat bile bu işe zaman ayırmak yeter. Modelinizin yapımı zaman alsa da sabrederseniz sonuç iyi olacaktır. Sonucun verdiği o haz size yetecektir. Takıldığınız yerlerde bana danışabilirsiniz.

Eğer kağıt hamuru ile uğraşanlar varsa lütfen haberleşelim. İlgilenenlere kolay gelsin.   

18 Ekim 2010 Pazartesi

MONO SODYUM GLUTAMAT'IN ZARARLARI



Bu msg denen illeti piyasalarda, daha masum bir ifade tarzı olsun diye, ÇIN TUZU adıyla satıyorlar.

Piyasada bazı dönerciler de bunu kullanıyorlar. O kadar lezzetli oluyor ki, bir döner yiyeceğine 
2-3 döner yiyesin geliyor.

Ayrıca ithal olarak gelen BÜTÜN GIDA MADDELERİNDE BU MSG VAR
(Peyniri, eti, konservesi vs vs.)

MSG NEDİR?...

MSG adında bir yiyecek katkı maddesi var.

MONO SODYUM GLUTAMAT

Yiyeceklere katıldığında, o yiyeceğin tadının beyin tarafından güzel olarak algılanmasını sağlıyor. Tatlı, tuzlu, acı fark etmiyor.
Hangi yiyeceğe katılırsa lezzetliymiş gibi geliyor. O yüzden gıda üreticil erinin bir çoğu MSG'yi karlı olduğu için kullanıyorlar.
MSG ZARARLI MI ?
Buna okuduktan sonra siz karar verin.
Bu madde Nörotoksin. Sinir hücrelerine zarar veriyor. Merkezi sinir sistemi tahribatı ve buna bağlı olarak ALZHEİMER, PARKİNSON, HUNTİNGTON hastalıkları, SARA
(Epilepsi)
Retinal dejenerasyon (Göz retina tabakası hasarı) Yağ birikimi,
doymamekanizmasında bozukluk,
obezite. Büyüme hormonu baskılanması. Pankreas hasarı, insülin'de artış, ve buna bağlı diyabet.
Böbrek ve karaciğerde ciddi hasarlar.  Bu madde hamilelerde plasenta bariyerini geçebiliyor, anne karnındaki bebek de aynı tahribatlara maruz kalıyor.
Özellikle çocuklarımızın hatta büyüklerin de çok severek yediği CİPS'lerde çok kullanılmakta. Hazır köfte harçları, Et suyu tabletleri, Hazır çorbalar, Dondurmalar, renkli yoğurtlar ve benzeri bir
çok üründe var.
Şimdi diyeceksiniz ki, Madem bunca zararı var, neden kullanıyorlar?
Küreselleşen dünyada, ticaret de küreselleşti. Küresel ticaret devleri insaf, merhamet gibi duygularla asla çalışmaz. Onların amacı çok kar etmek, çok daha büyümektir.
Bu mamuller, al benisi olan renklerde ve janjanlı ambalajlarda sunulur.
Televizyon, gazete ve duvar reklamlarında onlara sıkça rastlarsınız.
Sadece maddesel tadıyla de ğ il, görsel yollar ile de beyinlerimize kazınır adeta.
Basit bir hesap yaparsak, ucuz zannedilen bu ürünleri çok pahalıya tükettiğimizi görürüz.
Mesela Cips. Semt pazarlarında 3 kg . patatesi 1 TL ye alabilirsiniz. Oysa ki 50 gram CİPS 1 liradır.
Yani  1 kg . Cipsi, 20 ytl.den tükettiğimizin farkında bile değiliz.
Olumsuz etkileri de cabası. Bu mamulleri üretenler, kendi ürettiklerini asla yemezler, içmezler. Onların gıdaları organik ve doğaldır.
Son zamanlarda organik tarım yapan çok güçlü özel şirketler türedi, burada itina ile yetiştirilen ürünleri semt pazarlarında göreniniz var mı? Ben henüz rastlamadım. 
Gelelim genel sağlık boyutuna;
Son 25 yıla dikkatle göz atacak olursak, çocuk y aşta diyaliz cihazına bağlı yaşamaya mahkum edilenler, çok küçük yaşta şeker hastalığı ile tanışan çocuklar, obez çocuklar, asabi çocuklar,
9-10 yaşında buluğ çağına girenler, çeşitli nedenlerle engelli doğanlar ve bu sayının
ülke nüfusunun % 12'sine çıkması ve benzerleri.
Ve sizlerinde aklınıza gelebilen yeni hastalıklar. Hastalıkları üretenler, ilaçlarını da ihmal etmediler.
Bu da madalyonun diğer karlı yüzüdür. Karbondioksitli meşrubatlardan, sakıncalı hazır gıdalara varana kadar bir çok yerde çeşitli uyarılar yazıldı, çizildi. 
Durumun ciddiyetini anlayabilenimiz var mı?
Bu sorunun cevabı, tüketim miktarıdır.
Şimdiki eğitim sistemimiz endüstri, tarım, genel kültür alanında yetersiz kaldığından,
yeni nesiller tehlikenin farkında değildirler.
Emperyalist devletler, egemen olmak istedikleri toplumun eğitimli
olmasını istemezler.
Onlar için önemli olan kendi halkları ve elde edeceği yeni sömürü kaynaklarıdır.
Her yıl eskiyen, yaşam kaynakları azalan, küresel ısınma ile kuraklık tehlikesi  yaklaşan bir dünyada,
Küresel güç olan emperyalist devletlerin acımasızlığının arttığı bir
dünyada,
Dengelerin ve haritaların değiştirilmek istendiği bir dünyada
yaşadığımızı asla unutmamalıyız.
Dünyanın en güzel coğrafyasında yaşadığımızı da asla unutmamalıyız.
Gelin bu güzelim yurdumuza hep beraber sahip çıkalım.
YARIN ÇOK GEÇ OLMADAN !.....




Halim Vural (Biyolog)
Sivas İl Halk Sağlığı Lab. Müdür Yardımcısı
                  
tel;    0346 2253514
faks; 0346 2245125
cep;  0533 6581415


15 Ekim 2010 Cuma

Falafel büfesi açmak

Falafel büfesi açmak az sermayeyle yapılabilecek iş fikirleri arasında. Peki nedir bu falafel ? Falafel orta doğu ülkelerinde oldukça popüler olan, baharatlı nohut köftesidir. Baharatlı nohut harcınnı susama bulanıp kızartılmasıyla yapılır.
Falafelin ortaya çıkış hikayesi de oldukça ilginç. Günün birinde Lübnan’da büyükbaş hayvanlar bir salgın hastalıktan kırılmaya başlayınca etin yerini tutabilecek bir tada ihtiyaç duyulmuş. Uzun süren arayışlar sonucunda bir usta nohutu çeşitli baharatlarla ( kişniş, maydanoz,  ekmek içi,  sebze ,  sarımsak,  soğan ) karıştırmış ve bu karışımı yağda kızartarak etsiz bir kebap yaratmış. Bu lezette de halk arasında köylü köftesi anlamına da gelen Falafel adını koymuş.
Falafel etli yiyeceklere nazaran çok daha sağlıklı ve az maliyetli. Üstelik Türk damak tadına çok uyan bir yiyecek. Avrupa ve Amerika’da pek çok fastfood felafel satışı yapıyor ve bu sayede büyük cirolara ulaşıyor. Ülkemizde ise henüz bu tür falafel büfelerine rastlayamadık. Türkiye’nin dört bir yanında nohut yetiştirildiğini ve et fiyatlarının da giderek arttığını düşünecek olursak Falafel büfeleri açmak oldukça elverişli bir iş fikri olarak bizi bekliyor.
Falafel büfelerinde falafeller genelde 6lı ve 8li paketlerde  menü halinde ve sos eşliğinde satılıyor. Lavaş içerisinde de tüketilen falafelin yanında genelde ayran ve gazlı içecekler tüketiliyor.

Kaktüs Yetiştiriciliği

Minik saksılardaki kaktüsler artık hem hediye olarak hem de güzel bir hobi için ideal bitkiler. Şirin  görünüşleri ve bakım kolaylığı bu süs kaktüslerinin popülerliğini daha da arttırıyor. Kaktüs bitkisinin yaklaşık 5000 çeşidi var ve bunlardan 600 tanesi süs kaktüsü olarak saksılarda yetiştirilebiliyor.
Avrupa ülkelerinde girişimciler için popüler iş fikirleri arasında yer alan kaktüs yetiştiriciliği ülkemizde henüz uygulanmıyor ancak yerli üretim kaktüsler piyasada büyük ilgi görebilir.
Kaktüs yetiştirmek çok kolay değil, toprağı kurumadan su vermemek, kireç oranı düşük su ile sulamak, bulunduğu ortamın nem oranının %50 – 60  arasında olmasını sağlamak dikkat edilmesi gerekenler arasında. Gelişme döneminde sıcağı çok seven bu bitkiler kışın  6-10 derece arasında sıcaklığa ihtiyaç duyar. Kaktüslerin en verimli şekilde çiçeklenebilmeleri için kışın su verilmeden aydınlık ve serin bir yerde muhafaza edilmesi gerekir. Tohumla, çelikle, aşıyla ve yavru ayırma yöntemleriyle üretim yapılması mümkündür.
Üretim ve ulaştırma maliyetlerini uygun tuttuğunuzda ürettiğiniz kaktüslerle ithal olanlarla kolayca rekabet edebilir, marketler, dekorasyon mağazaları ve hediyelik eşya satan mağazalara satışını gerçekleştirebilirsiniz.

Physalis /Altın Çilek ve Faydaları



PHYSALİS: Ground Cherry, Chinese Lantern, Cape Gooseberry, Winter Cherry, Altın Çilek, Güvey Feneri ve Güney Feneri olarakta adlandırılır.
Özellikleri ve Tarihçesi:
Physalis, ortası kahverengi olan sarı çiçeklere sahip bir bitkidir. Aynı ismi taşıyan meyvesi ise olgunlaştıktan sonra sarımtırak rengini almaktadır. Bu meyve birçok toprak tipinde yetişmekle birlikte en önemli özelliği çorak topraklarda da verim verebilmesidir. Physalis, büyüme aşamasında suya normalden fazla gereksinim duyar. Bitki olarak çok kırılgan ve hassas bir yapıya sahiptir. Tohumlama işlemi ise çekirdekleri sayesinde yapılır.Physalis’ in acutifolia, alkekengi, angulata, angustifolia, arenicola, carpenteri gibi başlıca çeşitleri bulunmaktadır.turkeyarena.com
Yetiştirildiği Yerler:
Orta Amerika, Güney Afrika ülkeleri ve İsrail de üretilmektedir. Ülkemizde de kısmen dahi olsa üretimine başlanmıştır.
Faydaları:
Physalis’ in, içerdiği keroten sayesinde serbest radikalleri etkisiz hale getirerek yaşlanmayı geciktirici etkisi bulunmaktadır. Cildi güneşin zararlı etkilerinden ve cilt kanserinden korumaya yardımcıdır. Ayrıca metabolizmayı hızlandırır, kan dolaşımını düzenler.
Physalis Nasıl ve Nerede Kullanılır?
İçerisindeki meyveyi ham olarak yiyebilirsiniz. Dekorasyon için kullanabileceğiniz gibi, meyve salatalarınıza ilave edebilir ya da reçelini yapabilirsiniz. Ayrıca çikolatayla mükemmel bir birliktelik sağlamaktadır.
Muhafaza Koşulları:
Physalis, 7 ºC de %70 – %80 nem oranında muhafaza edilmelidir.
Besin Değerleri:
Physalis, C, B1, B2, B3, Keroten gibi bir takım vitamin ve mineraller açısından zengin bir meyvedir.

Ginseng Faydaları


Ginseng faydaları binlerce yıllardır Asya ve yerli Amerikan Kültürleri tarafından bilinmekte olan şifalı bir bitkidir.

Ginseng Nedir ve Ginseng Çeşitleri

İnsan şekline benzerliği nedeniyle Çince ’ insan bitkisi ‘ olarak adlandırılan ginseng in iki farklı çeşidi vardır. Bunlar Asya ginsengi ve Amerikan ginsengidir. Asya ginsengi aynı zamanda Panax ginseng, Çin veya Kore ginsengi, ya da kırmızı ginseng olarak adlandırılır. Panax anlam olarak her şeyi iyileştiren demektir.
Bir başka genel olarak Ginseng olarak bilinen bitki Sibirya ginsengidir (eleuthero). Ancak bu orijinal ginseng sayılmamaktadır zira kökünde “ginsenoit” olarak adlandırılan aktif maddeyi içermemektedir. Ancak, sibirya ginseng faydaları açısından diğer gerçek gınseng tipleri ile benzer iyileştirici özelliklere sahiptir, benzer ginseng yararları sağlar.
Ginseng kökü 6 yıllık bir yetiştirme süresinden sonra hasat edilir ve tedavi amaçlı kullanılan bitkinin bu bölümüdür.
Ginsengin, bilhassa Asya ginsengi ve Sibirya ginsengi olarak bilinen bitkinin yararlarını anlatan birçok bilimsel çalışma vardır. Ancak, panax ginsengin gücü birçok faktöre bağlıdır, örneğin bu bitkinin gücü yaş ile ilerler- bu bitkinin tam olarak yararları sadece bitkiler konusunda derin bilgi sahibi olan bir kişi tarafından çıkartılabilir. Yanlış ellerde, uzun vadeli kullanım için bu bitki fazla kuvvetli veya fazla uyarıcı olabilir.

Ginseng Yararları

Ginseng güçlü bir genel takviyedir. Beden üzerindeki etkileri lokal değildir ve böylelikle ginsengin yararlarından biri bütün vücudu kuvvetlendirmesi ve bütün vücut sistemlerini dengelenmesine yardımcı olmasıdır. “Adaptojen” insan sağlığı üzerinde ginsengin düzenleyici etkisini izah etmekte kullanılan terimdir. Ancak, hızlı bir şekilde tamirden ziyade zaman içinde yavaşça etki eder. Tam sonuçlarını görmek için birkaç ay kullanmanız gerekir.
Ginsengin diğer kullanımları pek çoktur. Ginseng bütün vücut için toniktir. Vücudun zayıflıklarla mücadelesine yardımcı olur, enerji düzeylerini yükseltir ve atletik performansı artırır.
Bu bitki adrenal çalışmayı destekler ve dolayısıyla zihinsel ve fiziksel stres bağlantılı hastalıkları azaltmada çok etkilidir. Şayet kronik anksiyeteden, yorgunluktan rahatsızsanız veya sıkca stresli koşullara maruzsanız, ginseng baş etme kapasitenizi iyileştirebilir ve dayanıklılık ve gücünüzü artırabilir. Konsantrasyon eksikliğini gidermek için iyi bir yardımcıdır. Strese karşı dayanıklılığı artırır.
Buna ilaveten, ginseng antioksidandır ve vücutta bağışıklık sistemi hücrelerinin sayısını arttıran önemli bir bağışıklık sistemi iyileştiricidir.
Kolesterolü azaltıcı etkisi vardır. Karaciğeri toksinlerden temizler. Tümör gelişimini engellediği yapılan bazı çalışmalarda gösterilmiştir. Ayrıca radyoterapinin yan etkilerini azaltır.
Ginsengin çok sayıda başka kullanım alanları vardır. Bronşitin, astım ve dolaşım problemlerinin tedavisinde yararlıdır. Aynı zamanda diyabetten rahatsız insanlara kandaki kortizol hormonu düzeylerini düşürdüğü için yardımcı olur.
Ginseng cinsel performansı artırıcı doğal bir destek olarak da kullanılmaktadır. Hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalarda ginseng sperm düzeyinde artışa neden olmuştur.
Güney Koredeki Seoul Milli Üniversitesince yapılan bir araştırmaya göre  beyaz kore ginsengi kökü alzheimer hastalarında algılamayı artırıcı etki göstermiştir. Alzheimer rahatsızlığı olanlarda etkili olabilmesi için devamlı kullanılması gerektiği belirtiliyor.
Ginseng Kullanımı: Ginsengin kullanım önerimi genel olarak en az 3 hafta ve en fazla 2-3 ay olarak tavsiye edilmektedir. Bazı uzmanlar 3 hafta kullandıktan sonra birkaç hafta kullanıma ara verip daha sonra yine başlanabileceğini belirmektedirler.
Ginsengin günlük dozu 500 mg ile 1 gr olarak alınması önerilmektedir.
Ginseng kullanım biçimleri : Ginseng ürünleri genel olarak ginseng kapsül, ginseng çayı, ginseng yağı, ginseng hapı olarak eczanelerden ve doğal ürün marketlerinden temin edilebilir.

Ginseng Yan Etkileri Açısından Risk Taşır mı?

Ginseng önerilen doz ve sürelerde kullanıldığı takdirde yan etkilere sebep olmaz. Ancak yine de bazı yapılan uyarıları belirtmek gerekir.
Ginsengin bazı kimyasal ilaçlarla birlikte kullanıldığında etkileşim yaparak sağlığı olumsuz etkilediğine dair bildirimler vardır. Mesela Kan inceltici olarak kullanılan bazı ilaçlarla birlikte alındığında etkileşim yaptığı belirtilmiştir. Yine bazı kalp ilaçlarıyla da böyle bir durumun meydana geldiği belirtilmektedir. Genel anlamda belirtmek gerekirse eğer herhangi bir hastalık için ilaç tedavisine başlanmışsa doktora danışmadan aynı anda bitkisel bir ilacın kullanılması doğru bir davranış değildir. Bazı durumlarda bunlar birbirleriyle etkileşime girerek olumsuz sonuçlar doğurabilir. Yine ginseng ile ilgili bir örnek vermek gerekirse, şeker hastalarının diyabet ilacı kullanırken ginseng kullanmamalarına dair uyarılar bulunmaktadır. Çünkü ginsengin de şekeri düşürücü etkisi vardır. Aynı anda sentetik diyabet ilacıyla birlikte alındığında kişinin kan şekerinin bir hayli fazla miktarda düşmesine sebeb olabilir.
Yüksek kan basıncından (tansiyondan), düzensiz kalp ritminden veya herhangi akut hastalıktan rahatsız olan kişilere ginseng kullanımı tavsiye edilmemektedir. Uzun vadeli kullanımda herhangi bir yan etkiyi yakından izlemelidir. Sibirya ginsengi daha güvenli bir tercih olarak kabul edilse de, herhangi potansiyel risklerden kaçınmaktan için, şayet belirli bir sağlık problemi için yüksek dozlar alıyorsanız her zaman bitki pratisyeninin görüşünü almak daha güvenlidir.
Hamile ve emziren kadınlar ginseng kullanılabilir mi?
Çok net ve kesin bir bilgi olmamasına karşın yine de hamile ve emziren kadınlara önerilmemektedir. İngilterede yapılan bir araştırmada gebelerde ve emziren kadınlarda ginseng kullanımının yan etkilere sebeb olabileceği belirtilmiştir.
Ginseng kullandıktan sonra yan etkilere maruz kaldıklarını belirten bazı örnekler vardır. Ancak bunun ginseng den dolayı değil ginseng etiketiyle satılan ve içeriğinde başka maddeler bulunduran ürünlerden de kaynaklandığı düşünülmektedir. Bitkisel ürün üretimi serbest olduğundan kötü niyetli üreticiler bu konuda diledikleri gibi davranabilmektedirler. Örneğin bazı ginseng etiketli ürünlerde kafein kullanılmaktadır. Bu da kullanan kişiye enerji ve canlılık vermekte ve kullanıcı kafein aldığını bilmeden bunu kullanmaya devam etmektedir. Meydana gelen yan etkilerde bundan kaynaklandığı halde kayıtlara ginseng zararları olarak geçmektedir.
Ginsengin yararlarından biri olarak yüksek tansiyonu düşürerek normal hale getirdiği belirtilmesine rağmen başka kaynaklarda da tansiyon hastalarının ginsengi kullanmamaları gerektiği belirtilmektedir. Bu karışıklığın nedeni bu tür kafein içeren ürünlerin kullanılmasından sonra görülen şikayetlerden doğma ihtimali yüksektir. Bu yüzden bir ürünü kullanırken onun kalitesinden ve gerçekliğinden emin olmak gerekmektedir. Yüksek tansiyon hastasının ginseng yerine her gün düzenli kafein almasının sonucunda fayda yerine zarar göreceği açıktır.

Ginsengin Yararlarını Maksimize Etmek

İyi kalitede ginseng takviyeleri bulmak zor olabilir. Birçok ürün saf ginseng içermez ve bazısı sağlığınıza zararlı olabilecek şeker veya başka katkı maddesi içerirler. Amerikada yapılan bir araştırmada ginseng etiketi taşıyan ürünlerin bir kısmında ya hiç ginsenge rastlanmamış ya da içeriklerindeki ginseng oranı çok az düzeyde çıkmıştır. Dolayısıyla, bir ginseng takviyesi satın almadan önce ürünün kalitesinden emin olmak için elinizden geleni yapınız.
· Satın aldığınız ürünlerin kalitesi ve saflığını garanti etmek için mutlak farmasötik GMP koşulları altında faaliyet gösteren bir saygın imalatçıyı arayınız.
· Standardize bitkisel hulasa kullanarak üretilen ginseng takviyelerini seçiniz. Bu şekilde ürünün en yüksek miktarda güvenli ve etkili olan aktif maddeyi içerdiğinden emin olabilirsiniz.
· Ele aldığınız takviyenin herhangi dolgu veya katkı malzemesi içermediğinden emin olmak için etiketleri okuyunuz.

Böcek Görünümlü Gizli Kamera

Böcek Görünümlü Gizli Kamera
New Scientist dergisinin yazdığı bu minik casus kameranın Amerikan askerleri için yeni bir görüş açısı oluşturduğu düşünülüyor. California bu kamera yeni bir mikroçip ile çalışıyor. California Teknoloji Enstitüsünde geliştirilen bu kamera küçük bir mikroçip ile çok az bir enerji yardımı ile çalışıyor. Ve bununla da kalmayıp 1 km uzaktan kumanda edilebiliyor. Sizce de enteresan değil [...]

İşte 2015 yılının dizüstü bilgisayarı


Compenion, dünyaya 2015 yılının dizüstü bilgisayarı olarak tanıtıldı.
Tasarımını Alman Felix Schmidberger'in yaptığı Compenion, dünyaya 2015 yılının dizüstü bilgisayarı olarak tanıtıldı.

Konsept bir dizüstü bilgisayar olan Compenion, hem monitörü hem de klavyeyi OLED dokunmatik ekranı üzerinde barındırıyor. Tüm bilgisayar, sadece parmaklarınızla ekrana dokunarak ya da senstylus kalemi ekrana değdirerekkontrol ediliyor.

Çok ince ve şık bir tasarıma sahip olan Compenion dizüstü bilgisayar,özel bir aparatla projeksiyon haline gelebiliyor

Türk Bilim Adamları Akıllı Kumaş Üretti


Türk, İtalyan ve İrlandalı bilim adamları, güneş altında kendi kendini temizleyen kumaş üretti.
Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Çevre Teknolojisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, Proje Yürütücüsü Doç. Dr. Hüseyin Selçuk, gazetecilere yaptığı açıklamada, yeni geliştirilen bir tekstil malzemesiyle güneşin altında kendi kendini 4-6 saatte tamamen temizleyen kumaş ürettiklerini söyledi.
Kendisinin dışında PAÜ’den Prof. Dr. Ahmet Çon, Doç. Dr. Fehiman Çiner, Yrd. Doç. Dr. Sema Palamutçu, İtalya Selarno Üniversitesinden Doç. Dr. Sureyya Meriç, İtalya Napoli Üniversitesinden Yrd. Doç. Dr. Marco Guıda ile İrlanda Ulster Üniversitesinden Yrd. Doç. Dr. Patrick Dunlop tarafından geliştirilen projenin, TÜBİTAK tarafından finanse edildiğini ifade eden Selçuk, "Proje sayesinde Denizli ve Türk tekstil sektörünün ihtiyaç duyduğu katma değeri yüksek tekstil ürünlerinin geliştirilmesi ve tanıtımına katkıda bulunmak açısından önemli bir bilgi altyapısı oluşturulması sağlandı. Projede ilk defa pamuklu tekstillere kendi kendini temizleme ve antibakteriyel özellik kazandırılmıştır" dedi.
Deneylerde, tekstil numunelerinin, nano partiküllerle kaplandıktan sonra çay ve boya ile lekelendirildiğini belirten Selçuk, kumaşın deterjan kullanılmadan ve yıkanmadan güneşin altında 4 ila 6 saatte kendi kendini temizlediğini söyledi.
Kumaşın antibakteriyel özelliğe de sahip olduğunu ifade eden Selçuk, kumaşa ektikleri bakterilerin güneşin altında 45 dakikada temizlediğine dikkati çekti.
Selçuk, "Projenin pratik hayatta kullanılmaya başlamasıyla Türk tekstil sektörünün geliştirilmesine ve tanıtımına katkıda bulunacaktır"

13 Ekim 2010 Çarşamba

Admiral Richard B. Byrd´ün Günlüğü


http://www.senaidemirci.net/kucukler/north-pole-moon2.jpg

Kutupların ötesindeki Gökkuşağı Kenti’ne bir yolculuk yaptığı söylenen Amiral Richard Byrd’in bu gizemli mekanla ilgili bir günlüğü vardır:
Admiral Richard B. Byrd´ün Günlüğü, Şubat-Mart 1947
“Kuzey Kutbu´nda bir keşif uçuşu
İç dünya; benim gizli günlüğüm”
Bu günlüğü gizlilik içinde yazmalıyım. Yazdıklarım arktik´de 1947 yılı Şubat´ının 19. gününde yaptığım uçuşla ilgili. Zamanı geldiğinde, muhakkak insanlar daha akıllı olacaklar ve kaçınılmaz gerçeği kabul edecekler. Yazdıklarımı açıklamak özgürlüğüne sahip değilim. Belki de bunlar, toplumsal bir incelemenin ışığını asla göremeyecektir; ama birgün herkesin okuyabilmesi için, bunları kaydetmek benim görevim. Bu açgözlü ve sömürücü dünyada, kesin eminim ki insanoğlu, gerçekleri daha fazla bastıramayacaktır.
“Uçuş Seyir Defteri” 19 Şubat 1947-Artrik Üssü Kampı
Saat 06:00: Tüm hazırlıklar tamamlandı. Kuzeye doğru uçacağım. Tüm yakıt depoları dolduruldu.
Saat 06:20: Sancak motoru daha güçlü gibi. Ayarlama yaptık, şimdi daha iyi.
Saat 07:30: Üsle radyo ilişkisi kontrolu yaptık. Herşey yolunda. Telsizcim memnun.
Saat 07:40: Sancak motorunda zayıf bir akıntı var gibi. Yağ basıncı normal.
Saat 08:00: Uçuyorum. Uçuş, normal görünüyor. 7.000 metre’de uçuyorum. Türbulans, normal. Herşey, yolunda.
Saat 08:15: Üsle telsiz kontrolu normal.
Saat 08:30: Türbulans oluştu. Bin metreye kadar inmeye karar verdim, Uçuş koşulları, yumuşak görünüyor.
Saat 09:10: Çok büyük bir buz alanı. Altta kar yağıyor. Görüntü muhteşem. Kırmızıdan mora kadar tüm renkleri görüyorum. Pusula, olduğu yerde dönüp duruyor. Üsle tekrar ilişki kurduk ve gördüklerimi anlattım.
Saat 09:10: Her iki pusulam da, yani manyetik ve gyro pusulalar, dengelerini iyice yitirdiler. Titreşip duruyorlar. Güneş pusulasını kullanıyorum. Kontrollr, yavaş tepki veriyorlar; ama bir buzlanma belirtisi yok.
Saat 09:15: Uzakta dağlar görüyorum.
Saat 09:49: Dağları gördüğümden bu yana, 29 dakika geçti. Görsel bir yanılgı yok. bunlar birer dağ ve daha hiç görmediğim bir sıradağ halindeler.
Saat 09:55: Altimetre 8.900 metreyi gösteriyor; güçlü bir türbulans var.
Saat 10:00: Hâlâ kuzeye doğru uçuyorum ve altımda küçük bir dağ sırası var. Bunu tanımlıyorum ve soruşturmam gerek; çünkü böyle bir dağ oluşumu haritalarda yok. O da ne? Dağların arasında ve tam ortada, küçük bir nehir akıyor. Aşağıda yeşil bir vadi! Olamaz! Burada garip ve normal olmayan birşeyler var. Buz ve kar olmalıydı; ama ben dağların yamaçlarında yeşil ormanlar görüyorum. Yön bulma araçlarım, hâlâ çılgınca dönüyorlar. Jiroskop, hâlâ öne ve arkaya doğru titreşip duruyor.
Saat 10:05: Dört bin metreye indim ve alttaki vadinin üzerinde sola doğru sert bir dönüş yaptım. Aşağıda yeşille örülmüş bir alan var. Burada ışık farklı, güneşi göremiyorum. Sola biraz daha döndüm ve aşağıda çok büyük, garip hayvanlar gördüm. File benziyorlar; ama hayır, bunlar birer mamut. İnanılmaz, ama oradalar. 3.000 metredeyim. Dürbünle bakıyorum ve hayvanlar görüyorum. Oradalar. Mamutlara çok benziyorlar. Bunu üsse bildirmemiz gerek.
Saat 10:30: Yeşil renkli tepelere yaklaşıyorum. Dış ısı, termometrenin gösterdiğine göre 23 derece. Düz olarak uçmaya devam ediyorum. Göstergeler norma;l ama ben bir bulmacanın içindeyim. Yine üssü arıyoruz; ama telsiz çalışmıyor.
Saat 11:30: Eğer normal kelimesini bu ortamda kullanırsam, herşey yolunda. İlerde bir yer var. Sanki, bir kente benziyor. Uçak, çok hafifledi. Bir tüy gibi dalgalanarak uçuyor. Kontrollar, emirlerimi dinlemiyorlar. Tanrım!, Normal tepkiler vermeyen bir araç içinde uçuyorum ve yeterince hızlı değilim; ama ilerde uçan garip bir araç var. Disk şeklinde ve parlak. Bana doğru yaklaşıyor. Üzerindeki işareti görüyorum; bu, bir gamalı haç. Fantastik! Neredeyiz? Ne oluyor? Kontrolları geri almaya çalışıyorum; ama olmuyor. Kontroller isyan ediyorlar.
Saat 11:35: Telsizden çatırdılar geliyor. İngilizce bir ses; ama derinlerden geliyor. Aksan, İsveç ya da Alman. Şöyle diyor; “Bölgemize hoşgeldiniz amiral. Sizi yedi dakika içinde indireceğiz. Güvenli ellerdesiniz. Rahat olun.” Uçağımın motorları durdu. Garip bir gücün kontrolu altında uçmaya devam ediyorum. Şimdi, uçağım kendi çevresinde dönmeye başladı.
Saat 11:40: Bir diğer telsiz mesajı. İniş olayı, başladı. Uçak, şiddetle titriyor. Aşağıya doğru iniyor. Sanki görünmeyen dev bir asansörün içinde gibiyim. Artık çok rahatım. Hiçbir şey, umurumda değil. Hafif bir sarsıntıyla uçağım yere temas ediyor.
Saat 11:45: Günceme aceleyle son cümleleri yazıyorum. Uçağıma doğru gelenler var. Hepsi de uzun boylu ve sarı saçlılar. Uzakta, büyük ve parlak binaların bulunduğu bir kent var. Gökkuşaklarına benzer renk dalgaları, nabız gibi atarcasına kentin üzerinde yükseliyor. Ne olduğunu anlamış değilim; ama ortada tehlikeli birşey yok. Hiçbir silah görmüyorum. Kargo kapısını açarken, bir sesin ismimi söylediğini duyuyorum. Herşeye razıyım.(kaydın sonu)
Kristal Kente Giriyorum…
Bundan sonra olanları hafızama güvenerek yazdım. Hayal gücümü zorlamam gerekiyor. Bütün bunlar, çılgınca ve olmaması gereken şeyler. Telsizcimle beraber uçaktan çıktık. İçten ve samimi bir karşılama bu. Tekerlekleri olmayan küçük bir platformun üstüne bindik. Şimdi hızla parlayan kente doğru gidiyoruz. Kent, sanki kristalden yapılmış gibi. İçeri girerken, daha önce hiç görmediğim büyüklükte binalar görüyorum. Bu yapılar, Frank Lloyd Wright´ın (dönemin ünlü sürrealist mimarı) çizimlerinin ötesinde. Ya da bir Buck Rogers filminin setindeyim (yine dönemin sinemasında canlandırılan bir bilim kurgu kahramanı). Daha önce hiç tatmadığım sıcak içecekler ikram ediliyor. Çok lezzetliler. On dakika kadar sonra, iki hostes geliyor. Çok güzeller ve kendileriyle beraber gelmemi söylüyorlar. Yapacak birşey yok, gidiyorum; ama telsizcim kalıyor. Kısa bir yürüyüşten sonra asansöre benzer bir yere giriyor, aşağıya doğru inmeye başlıyoruz. Araç, duruyor ve kapı, yukarıya doğru sessizce açılıyor. Uzun bir koridorda ilerliyoruz. Gülkurusu renkte bir ışık, her yerden yayılıyor. Sanki duvarların içinden geliyor. Büyük bir kapının önünde duruyoruz. Kapının üzerinde, okuyamadığım bir yazı var. Kapı, ses çıkarmadan açılıyor, girmem için işaret ediliyor. Hosteslerden bir tanesi; “Korkacak birşey yok amiral, Üstad´ın huzuruna kabul edileceksiniz.” diyor.
Üstad´ın Mesajı
İçeri giriyorum. Çarpıcı renkler görüyorum. Oda, büyüleyici ve çok etkileyici. Karşımda çok güzel bir insan var. Gördüklerimi anlatamıyorum; bildiğim sözcükler buna yeterli değil. İnsan gibi; ama çok daha ötesinde. Huzur ve mutluluk yayıyor. Düşüncelerim kesiliyor. Melodik ve sıcak bir sesle konuşuyor; “Yerimize hoş geldiniz amiral.” O, bir erkek. Yüzünde çok uzun yılların izleri var. Uzun bir masada oturuyor. Sonra kalkıp, bana oturmam için yer gösteriyor; oturuyoruz. Bana bakıp gülümsüyor ve yine o yumuşak ve melodik sesle konuşuyor; “Sizin buraya girmenize izin verdik; çünkü siz, dünyanın yüzeyinde tanınan asil birisiniz.” “Dünyanın yüzeyi mi?” diyor ve soluğumu tutuyorum. Gülümsüyor ve, “Evet, şu anda iç dünya´nın Arianni bölgesindesiniz. Sizi görevinizden fazla alıkoymayacağım; güvenle yüzeye geri döneceksiniz. Ama şimdi amiral, sizi neden buraya çağırdığımızı söyleyeceğim. Irkınızın Japonya´da, Hiroshima ve Nagasaki´de patlattığı ilk atom bombalarıyla çok ilgiliyiz. Bu nedenle alarma geçtik ve uçan araçlarımızı yolladık. Biz, bunlara ´flugelrad´ diyoruz. Sizi gözlüyorlar ve ırkınızın yüzeyde ne yaptığını araştırıyorlar. Bütün bunlar geçmişte kaldı amiral; ama biz, devam etmek zorundayız. Irkınızın savaşlarına ve barbarlığına daha önce hiç karışmadık; ama şimdi durum farklı. İnsanlık için uygun olmayan doğal bir gücü, yani atomik enerjiyi öğrendiniz. Özel görevlilerimiz, dünyanızdaki güçlere mesajlar veriyorlar; ama henüz bir tepki vermediler. Şimdi sizi, dünyamızın varlığını gören bir tanık olarak seçtik. Irkınızdan binlerce yıl daha eski olan kültürümüzü, bilimimizi göreceksiniz amiral.” sözünü kesiyor ve benimle ne yapacaklarını soruyorum.
Zamanı Geldiğinde…
Üstad, delici bakışlarıyla sanki düşüncelerimi okuyor ve bir zaman sonra cevap veriyor; “Irkınız, şu anda dönüşü olmayan noktaya ulaştı. Aranızda, ellerindeki gücü bırakmaktansa dünyayı yok etmeyi göze alacak olanlar var.” Başımı sallıyorum ve devam ediyor; “1945´de ve sonrasında ırkınızla ilişki kurmaya çalıştık; ama düşmanca davranıldı. Flugelrad´larımıza ateş açılıp düşürüldüler. Savaş uçaklarınız, kötü amaçlarla, düşmanca davranarak bizimkileri kovaladılar. Şimdi sana şunu söylüyorum oğlum; dünyanızda çok büyük bir kötülük fırtınası oluşmakta. Kara bir öfke ve şiddet, yıllardır hiç eksilmeden, artarak birikiyor. Silahlanmanızın bir anlamı yok; biliminizde güvenli bir yer yok. Kültürünüzde açan her çiçek, öfke ve hiddetle ezilip, yok ediliyor. Tüm insanlar, canlılar, derin bir kaosun içine düştüler. Yaşadığınız son savaş, daha sonra ırkınızın başına geleceklerin sadece bir başlangıcı. Biz, burada her geçen saat, durumu daha açık görüyoruz. Söylediklerimde bir yanlış var mı?” “Hayır, bu eskiden de oldu. Karanlık çağlar geldi; ama beşyüz yıl önce sona erdi.” diyorum. Üstad, devam ediyor: “Evet, oğlum. Karanlık çağlar, asıl şimdi ırkınızın üzerine geliyor. Karanlık dünyayı bir örtü gibi örtecek; ama inanıyorum ki, ırkınızdan bazıları yaşamayı başaracaklar. Ama buna daha zaman var. Fazlası söylenmemeli. Çok uzaklarda ırkınızın yıkıntıları arasından yeni bir dünya doğacak. Kayıp, efsanevi hazineleri arayacaklar ve oğlum bizim korumamızda güvenlikte olacaklar. Zamanı geldiğinde biz, ırkınıza ve kültürünüze yardım edeceğiz. Belki savaşın ve çekişmelerin boş yere olduğunu birgün öğreneceksiniz. Ancak bundan sonra ırkınız, tekrar kültürü ve bilimi elde edebilecek.Şimdi oğlum, bu mesajla beraber yüzeye dönebilirsin.”
Ve Dönüş
Bu sözlerle beraberliğimiz sona ermiş gözüküyor. Bir an için duruyorum. Bu, bir rüya olmalı; ama ben, bu gerçeği biliyordum. İki güzel hostesimin gelip, “Bu yoldan amiral” demeleriyle kendime geldim. Çıkmadan evvel, bir kez daha dönüp Üstad´a bakıyorum. O mitolojik yüzde, yumuşacık gülümseme var: “Elveda oğlum.” diyor ve ince uzun elini kaldırarak bir barış hareketi yapıyor. Hızla geri dönüyor ve yukarı çıkıyoruz. Hosteslerimin birisi bana dönüyor ve, “Acele etmeliyiz amiral. Üstad, sizi geciktirmememizi istedi. Mutlaka geri dönmeli ve mesajı vermelisiniz.” Birşey demiyorum. Olan herşey, inancın ötesinde. İlk geldiğimiz yere dönüyoruz. Telsizcim, orada. Çok gergin ve yüzünde endişeli bir ifade var. Onu, “Herşey yolunda Howie.” diyerek sakinleştiriyorum. Yine uçan platformla uçağımızın yanına götürülüyoruz. Motorlar çalışmıyor. Hemen biniyoruz. Kapı kapandıktan sonra görünmeyen güç, uçağı kaldırıp bir anda 8.000 metreye çıkarıyor. Onların araçlarından iki tanesi, belli bir uzaklıktan bizi izliyor. Çok hızlı gidiyoruz; ama hız göstergesini okuyamıyorum. İleriye doğru gidiyoruz. Telsiz, çalışıyor ve bir ses; “Şimdi sizi terk ediyoruz amiral. Kontrollar serbest. Auf wiedersehen!!!!” diyor. Almanca bir veda. Howie ve ben, flugelrad´ların soluk mavi gökte kaybolmalarını izliyoruz. Uçağım birden sarsılıyor ve aşağıya doğru dalışa geçiyor. Toparlanıyor ve kontrolu alıyoruz. Şimdi uçuş normal. Kimse konuşmuyor. İkimiz de kendi düşüncelerimizle başbaşayız.
Güncenin Devamı
Saat 22:00: Yine sonsuz buz ve kar çölündeyiz. Üsse uzaklığımız, yaklaşık 27 dakika. Haberleşiyoruz. Cevap geliyor. Bütün koşullar, normal. Üstekiler, bizden haber aldıkları için çok mutlular.
Saat 22:00: Üsse yumuşak bir iniş yapıyoruz. Bir görevi bitirdim; ama çok daha büyük bir görev, şimdi beni bekliyor… (kaydın sonu)
11 Mart 1947´de, Pentagon´da bir toplantıda hazır bulundum. Olanları anlattım, keşfimi açıkladım ve üstad´ın mesajını aktardım. Herşey, gereğince kaydedildi. Başkan´a bilgi aktarıldı; ama geciktirildiğimi veya alıkonduğumu hissediyorum. Yüksek güvenlik örgütü ve bir tıb ekibi ile uzun görüşmeler yaptırdılar. Bir kasıt algılıyorum. Büyük bir sıkıntı içindeyim. ABD ulusal güvenlik koşulları gereğince, sıkı kontrol altındayım. Ve sonunda emri aldım; bildiğim her konuda, kesin olarak sessiz kalmam isteniyor. Bunu insanlık adına yapacakmışım. İnanılmaz; ama ben, bir askerim ve emirlere uymaktan başka yapacak birşeyim yok.
30 Aralık 1956: Son Sözler
1947´den bu yana yıllar geçti. Günlüğümü tamamlamam gerekiyor. Kapatırken, kendimden eminim. Bu sırrı, yıllar boyunca inançla sakladım. Bu, benim tüm moral değerlerime ve haklarıma karşıydı. Şimdi sonsuz gecenin geldiğini hissediyorum ve bu sır, benimle beraber ölmemeli. Ama gerçek, eninde sonunda galip gelecek. İnsanlığın tek umudu, bu. Gerçeği görüyorum ve rûhum bir an önce serbest kalmak için çırpınıyor. Askerî canavarlığın kalbi olan endüstri için görevimi yaptım. Şimdi, uzun gece başlıyor; ama bu, bir son olmayacak. Uzun Artrik gecesinde olduğu gibi, gerçeğin parlak güneş ışığı yine gelecek ve karanlıklardan ışık doğacak. Çünkü ben, kutbun ötesinde varolan ülkede, en büyük bilinmeyeni gördüm.
Amiral Richard E. Byrd
ABD Deniz Kuvvetleri, 24 Aralık 1956
Kaynaklar:
History of the Byrd Polar Research Center
The Papers of Admiral Richard E. Byrd
Admiral Richard E. Byrd: The Hero
Richard E. Byrd 1888-1957
Alone – Richard Evelyn Byrd
Admiral Richard E. Byrd and the Holow Earth Theory
Secret Diary of Admiral Byrd?
Rear Admiral Richard E. Byrd And the Quest for the Inner Passage Part I
The Missing Secret Diary of Admiral Byrd: Fact or Fiction?
Alıntıdır

8 Ekim 2010 Cuma

Mineleme Sanatının Tarihçesi

Metal üzerine mine tekniğinin kaynağına ilişkin bilgiler tartışmalıdır, ancak bu türden yapıtların en güzel örnekleri VI. yy'dan sonra Bizans sanatında görülmektedir. (İncil Kapakları, kutular, haçlar, ikonalar ve ikona çevreleri) İslam sanatında mine tekniğine ilişkin bilgilere El-Biruni'nin yapıtlarında rastlanmaktadır. Bu alanda en erken İslam Eserleri Fustat'ta bulunmuş, Fatimiler döneminden kalma, altından yapılmış mücevherlerdir. İspanya'da Kurtuba'da (Cordoba), Medinet üz-Zehra'da da Fustat'dakilere benzer mineli mücevher ele geçmiştir. (11.-12.yy'lar). Bunların dışında büyük boyutlu bir başka yapıt, Artuklu Emiri Rüknettin Davut için 12.yy'da hazırlanan bir bakır tastır. Osmanlı döneminde de uygulanan mine tekniği özellikle 17.yy'ın ikinci yarısında yaygınlaşmıştır.

Cam üzerine uygulanan mine: Cam süslemede mine ile kaplama işlemi İsa'nın doğumundan hemen önceki yıllarda Suriye'de kullanıldı, Araplar tarafından geliştirilip zenginleştirildi. 13. ve 14.yy'larda Memluk Sultanlarının Halep, Şam ve Rakka'ya ısmarladıkları mineli ve yaldızlı camii kandilleri dünya camcılığının en çekici örnekleri oldu. Şam ve Kahire'de saydam minenin metal oksitler yardımıyla cam üzerine renkli olarak tutturulması sağlandı. Bu teknik 16.yy'da İslam ülkelerinden Akdeniz çevresine yayıldı; Venedik ve Barselona'ya, daha sonra da Bohemia, Avusturya ve Saksonya'ya ulaştı. Venedik'in dünya camcılığının merkezi olmasından sonra ürettiği ilk cam örnekleri, genellikle pembe, mavi ve yeşil zemin üzerine mineli ve yaldızlıydı. 19.yy'lın ikinci yarısında Arapların kullandığı modellerden -özellikle Suriye ve Mısırdaki camiilerin kandilleri- yola çıkılarak, mine ile kaplama işlemi PH. J. Brocard , É. Gallé, E. Rousseau ve M. Marinot tarafından yeniden ele alındı. Osmanlılar'da Beykoz işi eşyaların bezemelerinde yaldızla birlikte mine de kullanıldı.

Vitray'da cam pişirilerek tutturulan ve öbür yüzey renklendirmelerinden farklı olan (külrengi, sangin, sarı) renkli saydam mineler 16.yy'da kullanılmaya başlandı. Günümüzde mine hem endüstriyel hem de sanatsal projelerde kullanılmaktadır. Kuyumculuk sektöründe de değer bulan mineleme sanatı, yurtdışındaki sanat kurumlarında ve akademilerde geleneksel ve deneysel anlamda hayat bulmaya devam ediyor.

7 Ekim 2010 Perşembe

AMAN DİKKAT: APRANAX


Hepimizin başına gelebilecek acı bir olay APRANAX isimli ilaç ile ilgili... Vatandaşın biri, hafta sonu arkadaşının evine gidiyor. Çok başı ağrıdığından, arkadaşı ona bir Apranax veriyor. Vatandaş yutmadan önce ilacı ağzında çiğniyor, bir kaç dakika sonra şuurunu kaybediyor. Çevresindekileri tanımamaya başlıyor. Apar topar hastaneye kaldırıyorlar ve orada anlaşılıyor ki; sebep beyin kanaması. Nedeni ise, doktorların açıklamalarına göre; ağrı kesicilerin özellikle Apranax ve türevlerinin çiğnenmesi ya da ağızda bekletilmesi apranax,aprol, aprowell, naprosyn, napradol, kapnax, apraljin, aleve, synax, oprax

(kısaca etken maddesi naproksen sodyum olanlar)
çiğnenince; etken madde beyne çok hızlı nüfuz ediyor ve ölümcül Sonuçlara yol açabiliyormuş. 
Aman dikkat...

Ayrıca ramazan bayramında majezik adlı ilacı sıcak suda
eritip içen bir öğretmen o akşam hayatını kaybetti.
LÜTFEN DİKKATTTTTTT..........

BENİM iÇiN ÖNEMLİSİN... SENİN iÇiN
ÖNEMLİ OLANLARA DA SEN GÖNDERİR MİSİN

6 Ekim 2010 Çarşamba

Dünyanın En İlginç Restoranı

Dağın tepesindeki bu restaoranta varmak hiç de kolay değil! 
Oraya sadece yeteri kadar cesareti olanlar gidebiliyor...

TOHUM

Bunun bedelini çocuklarımız ödeyecek
Tarım ve Köy işleri Bakanlığı'nda
115 bin kişi çalışıyor.
70 tane üniversitemiz,
30 tane ziraat fakültemiz,
50 tane tarım araştırma enstitümüz,
10 bin işsiz ziraat mühendisimiz var.
   
Buna rağmen Türkiye tohumda tamamen dışa bağımlı. Tek kelimeyle tohumun patronu ise İsrail.   

İsrailli araştırmacıların, genleriyle oynayarak, gül ile limon kokulu domates yetiştirdiğini Şalom Gazetesi'nin internet sayfasından biraz araştırıp okuyabilirsiniz. İstediğiniz şekle sahip domatesleri bile bulabilirsiniz; çekirdeksiz, kalp şeklinde, salatalık şeklinde, dilimli...  
Yani genlerle oynama meselesi yüzde yüz doğru.  
Gelelim başka doğrulara.  
Bu tohumların bir ekimlik olduğunu bilmeyen yok.  
Yani İsrail'den bir defa tohum almakla kurtulamıyorsunuz.   
Bir gram tohumun fiyatı her dönemde bir gram altına denk oldu.  
Üstelik İsrail tohumunu toprağa bir ektin mi artık isteseniz de yerli tohuma dönemiyorsunuz.  
Genetik tohum o toprağ a da zarar veriyor. Artık hep bu genetik tohumu kullanmak zorundasınız. 50-70 yıl sonra ise toprak kanserojen maddelerle dolduğu için artık tamamen kullanılmaz hale geliyor.  
Buna en güzel örnek:  
Türkiye'nin patates deposu olan Niğde ve Nevşehir bölgelerinde yetiştirilen patateslerde kanserojen maddeye rastlandığı için artık patates ekimine izin verilmemesidir.  
Yani İsrail tohumu tek başına satmıyor. Tohum alana hastalığı bedava....  
Tohumların içine hastalık yerleştiren İsrail bu sayede zirai ilaç satımını da garanti altına almış oluyor.  
Bütün bu acı tabloya rağmen Türkiye'de yabancıların menfaatine çalışan bir patent sistemi işletiliyor.  
Ne korkunç.  
Köylü kendi bahçesinde tohum bırakamayacak.  
Yoksa uluslararası mahkemede yargılanacak!  
Şu anda dünyada İsrail tohumu kullanma yasası çıkartan ilk ülke işgal altındaki Irak'tır.  
İkincisi de biz olacağız.

Nefes Kesici Astronomik Fotoğraflar

Yeryüzü ve Uzay


Kuzey Işıkları

Işık Ormanı

Yeryüzünden Samanyolu

Sounion Burnu üzerinde Dolunay

Sibirya'dan tam tutulma anı

Jüpiter

Kuyruklu Yıldız

Hilal şeklinde Venüs

Sinus İridium (Ay yüzeyinde Gökkuşağı Körfezi)

Orion

Kuğu Takımyıldızından Veil Nebulası

Kılıç ve Gül (Orion takımyıldızından)

Trifid Nebulası

Andromeda Galaksisi

Hindistan'daki Güneş Tutulması anından Tam Daire

Güneş Halesi

Ay'ın İki Yüzü

Girdap Galaksisi

4 Ekim 2010 Pazartesi

Zihin okuyan bilgisayar üretildi

İngiliz bilimadamları, insan hafızasını tarayarak karmaşık anıları ayrıştıran bir bilgisayar programı geliştiridi. Hatırlama sürecinde beyinde gerçekleşen farklılılar daha önce tespit edilmişti. İngiliz bilimadamları yaptıkları son araştırmada bunun bir adım ötesine geçmeyi başardı.
Londra Üniversitesi’nden bilimadamların geliştirdikleri bilgisayar programı ile insanların hafızaları taranarak, farkı anılar birbirlerinden ayırt edilmesini mümkün kılıyor.

Araştırma 10 gönllünün katılımıyla gerçekleşen bir dizi deneye dayanıyıor. Her bir gönüllüye 7 saniyelik üç farklı görüntü izlettirildi. Daha sonra, beyin aktivitelerinin izlendiği özel bir MRI (magnetic resonance imaging-manyetik rezonanas görüntüleyici) cihazına yerleştirilen gönüllülerden izledikleri görüntüleri rastgele olarak tekrar hatırlamaları istendi.
MRI’dan elde edilen veriler, hazırlanan özel bilgisayar programı ile tekrar gözden geçirildi ve bu program sayesinde gönüllülerin hangi görüntüyü hatırladıkları yaklaşık yüzde 50’lik bir oranla doğru tahmin edildi. Bu oran rastgele yapılan tahminlerin çok üzerinde.
‘ANILARIN NASIL SAKLANDIĞI DA ÖĞRENİLECEK’
Çalışmanın yürütücülüsü Prof. Eleanor Maguire daha önce sadece temel anıların tespit edilmeye çalışıldığı belirterek, son çalışmalarında “neredeyiz, ne yapıyoruz ya da nasıl hissediyoruz” gibi daha karmaşık anıları araştırdıklarını belirtti.
“Artık karmaşık anıların nerede olduğunu biliyoruz” diyen Maguire’ye göre gelecekte anıların nasıl saklandığı ve zaman içinde nasıl değişikliğe uğradığı da anlaşılabilecek.

3 Ekim 2010 Pazar

KUR’AN’I NEDEN ANLAMIYORUZ?

Niçin, Kurân’ı Kerîm’deki ve tasavvuf dünyasındaki mecaz ve işaretleri tekrarlamakla avunup, onların işaret ettiği gerçekleri fark edemiyoruz?

Niçin, beş duyu sınırları içinde düşünmekten kendimizi kurtarıp, kozamızın içinden çıkamıyoruz? “TEK kare resim” olan stringler boyutunun algılanışının tasavvufta “esmâ mertebesi” olarak tanımlanıp, “ilmî sûretler”i meydana getirdiğini; bunun ötesinin mutlak “yok”luktan ibaret olduğunu, algılayamıyoruz? Niçin Kur’ân’a göre “necis” (pis) olan “şirk” düşüncesinden temizlenip “tâhir” olmayıp; kendimizi duş altına atarak “necis”likten (“şirk”ten)temizlendiğimizi sanıyoruz? Sorular, yazsak uzayıp gidecek ama, cevaplar?..Gelin, önce iki âyeti hatırlayalım Kurân’ı Kerîm’den“Müşrikler necîstir”!. “Tahir olmayanlar temas etmesinler Kur’ân’a”! Halk arasına bu iki âyetin bir arada anlamı, “Abdestli değilsen kirlisin, bu sebeple Kurân’ı eline alma!” diye yayılmış…

Oysa…“Bir algıladığın âlemler var, bir de gökte ötelerde bir yerde bir ilâh-tanrı var” anlayışında isen, varlığın mutlak tekilliğini vurgulayan ve sistemini anlatan bu muhteşem Bilgiye (Kurân’a) yaklaşma; çünkü böyle bir anlayış içindeyken, burada anlatılan verileri değerlendirmen mümkün olmaz; anlamınadır bu iki âyetin mânâsı bir arada. Bir an konuya ara verip, bir misâl ile yaklaşayım ana konumuza… Böylece, Kur’ân, hadis ve tasavvufta olayın neden mecazlar ve işaretlerle anlatıldığı hususuna cevap vereyim. Sizi alıp 500 yıl öncesine ışınlasalar ve o devirde yaşayanlara, “internetteki bilgilerin nerede nasıl saklandığını, bilgisayar ve televizyon sistemlerinin nasıl çalıştığını anlatmak zorundasın”, deseler; bunu nasıl anlatırsınız o insanlara? Vereceğiniz misaller ne kadarıyla gerçeği aksettirir? 1400 küsur yıl evvel yeryüzünde yaşamış ama “sünnetullah” adıyla işaret edilmiş sistem ve düzenin tüm mekanizmalarını kendine açıldığı kadarıyla müşahede etmiş; sonra da bunun bir kısmını çağının şartlarını yaşayan insanları da hesaba katarak anlatmak zorunda kalmış en muhteşem insan Allah Rasûlü ve son Nebîsi, acaba daha başka ne diyebilirdi bize intikâl edenler ötesinde? Ne yazık ki, her dalda, çağı aşmaya çalışan insanlar, Allah Rasûlü’nü ve bildirdiklerini değerlendirme konusunda, hâlâ yüzlerce yıllar öncesinin şartlarını yaşayan insanlar gibi düşünüp yorumlamaktan gocunmuyorlar!. Oysa, o devirlerdekiler mâzurdu! Çünkü, bugünün veri tabanına ve imkânlarına sahip değillerdi. Ama bugünküler?!. Niçin Kurân’ı Kerîm, akıl sahiplerinin, misâllerle, benzetmeler ile anlattıklarını tefekkür ederek deşifre etmelerini istiyordu? Evet, gelin artık biz düşünme ve değerlendirme sistemimizi yenileyelim… Onların zorunlu olduğu yüzeysel bakış yerine, Allah nimeti olan bilimler eşliğinde, konuyu sistemli bir şekilde sorgulayarak, Allah Rasûlü ve son Nebî’sinin bildirdiği şifreleri çözmeye çalışalımRisâlet Nurunu değerlendirelim… 

NURilimdir!. Böylece de şükredenlerden olalım; nankörlük edenlerden olmaktan sakınarak. Daha önce hatırlarsanız, “Allah Rasûlü ve son Nebî’si sistemi “OKU”du (ikra); ve bunu mecazlarla, işaretlerle, sembollerle dillendirdi”, demiştik. “OKU”nan “Hakikat” neydi; ve dahi mecazlarla, işaretlerle, misâllerle anlatılmaya çalışılanlar nelerdi acaba? Gerçekte, “görülenler” mi vardı, yoksa “OKU”nanlar mı? “OKU”mak harfleri yan yana algılamak mıdır; yoksa, içsel veya dışsal ulaşıların beyin tarafından deşifre edilmesi midir? Beyin “görmekte” miydi, yoksa, “OKU”duklarının (data) sentezini mi açığa çıkarmakta idi “bilinç” adı altında? Öncelikle belirtelim ki, bazı gerçekleri fark edebilmek için, asırlardır genetiğimizden gelen, bugün edindiğimiz bilgilerin dahi kolay kolay değiştiremediği, “bir madde âlem var beş duyu ile algıladığım bir de ötede bir manevî âlem var” yanılgısını terk etmemiz gerekir. Bilelim ki, madde dediğiniz âlem aynen “manevî” âlemdir; manevî dediğiniz âlemde aynı maddi âlemdir. Aynı şeyin beş duyu ile algıladığınız kısmına “maddî” diyorsunuz, algılayamadığınız yanına ise “manevî” deniyor. Gerçekte, iki ayrı yapıdan değil, “tek bir yapı”dan söz etmekteyiz!. Gerçekte, “GÖRMEK” yoktur; “OKUMAK” vardır!.. Beyin görmez, “OKU”duğunu açığa çıkartır!. Beynin, içsel veya dışsal kendine ulaşanları sentezi, “OKUMAK”tır!. Daha sonra bu “OKU”nanların bir kısmı “musavvire”de (hayal merkezinde) suretlere bürünür ve “görmek” olarak algılanır. Hatta… Beyin dahi, “yok”tan “var” olmuş bir “yok”tur ki; orijinali “data-enerji” dalgasından, “esma terkibi”nden başka bir şey değildir!. O “zumlamayı” açığa çıkaranlara göre! Daha da ötesi… Gerçekte, “maddî” diye bir âlem yoktur; yalnızca “manevî” âlem vardır! “Madde” algılaması beş duyunun beyinde oluşturduğu bir kabuldür!. “Uzay” ve “evren içre evrenler” kelimeleriyle işaret ettiğimiz “âfak”tan; tasavvufta, “esmâ mertebesi” diye işaret edilmiş “tek kare resim” olarak tanımladığımız stringler boyutuna uzanan “enfüs”e kadar; bize GÖRE iç içe olan ve 3D (üç boyutlu) olarak algılanan tüm katmansal boyutlar, aslında tek bir boyuttur!. “CEBERÛT” âlemi olarak tanımlanmış bu salt tekillik boyutunun mânâlarının açığa çıkarılması (tenezzülü) ise, “MELEKÛT” âlemi diye anlatılan tüm varlık seyrini ve yaşamını meydana getirir!. “LÂHUT” ise fikir kabul etmez! Düşünce, o boyutta “yok” olur! “Ahadiyet” denilen bu mertebe “hiç”liktir! “ALLAH” ismiyle işaret olunanın, “Rahmaniyeti ve Rahîmiyeti” sonucu, “iki eliyle” (ilim ve kudret) -data ve enerji-, “Esmâ mertebesi” -stringler boyutu- hasıl olmuş; bu boyutun her an yeni bir şan alışı ile de tüm evren içre evrenler ve içindekiler olarak, birbirlerince algılananlar meydana gelmiştir, “melekût” (kuvveler) boyutunda. Ki bu duruma, “âlemler, Allah’ın ilmindeki ilmî sûretlerdir” diye işaret edilmiştir tasavvufta.“Varlığın aslı yokluktur” denmesinin sebebi de, her şeyin bir an içinde “var” olup bir sonraki anda “yok”luğa dönüşü ve sonraki anda tekrar “varolarak algılanışı dolayısıyladır. Tasavvufta geçen “vücud” kelimesini “madde beden” türünden bir “madde” sananların, bunu anlayabilmesi mümkün değildir! “Vücud”, var algılanış anlamındadır. “Madde beden” anlamında değil!. String boyutu olarak anlatılan sonsuz yapı, bir “kudret ve ilim” —enerji ve bilgi (data)— okyanusudur!. Varlığın aslı hakikatte “esmâ mertebesi” olması dolayısıyla ve varlığını “Allah”tan alması, ve dahi “Allah”taki esmânın sonsuzluğu dolayısıyla, string boyutu sonsuz dönüşüm içindedir. Bilim yollu teorik fiziğin, varlığın hakikatini anlatmada ulaşabildiği son nokta “string” boyutudur!.. String teorisi ile anlatılan yapının bâtını yokluktur! Ancak buraya ulaşmayı sağlayan başka teoriler de ortaya atılabilir zaman içinde. “Allah” adıyla işaret edilen ilminde “yok”tan “var” olmuşlara, bundan ötesine yol yoktur! Çünkü varlığı oluşturan manâ okyanusunun varlığında kesret söz konusu değildir.Esmâ-i ilahî”nin (Allah isimleri olarak işaret edilen özelliklerin), kül olarak (tümel-tekil), her an yeni bir şan da olması sonucu, açığa çıkan tüm anlamlar, adı “ALLAH” olan indindeki sayısız “nokta”lardan bir “nokta”nın projeksiyonundan başka bir şey değildir!. Bu projeksiyon, “Allah” adıyla işaret edilenin, “nokta”da (stringler evreninde) açığa çıkan, bir “AN”lık ilminin getirisinden başka bir şey değildir. “Allahismiyle işaret edilen, “âlemlerden Ganî’dir“ denerek, bu isimle isimlenmiş olanın, “nokta”dan zâhir olan âlemler ve onlardaki özellikler ile kayıtlanmaması (tenzih) istenmiştir. “Yevm” yani “An”, “Nokta”daki sürekli değişik görüntü oluşturan süreçtir. Muhyiddin Arabî, “Kâinat her an yok olup bir an sonra yeniden var olmaktadır” derken, her an yeni bir şan alan string boyutunun sonsuz-sürekli dönüşümüne işaret etmiştir. Çünkü, O da “OKU”yanlardan biri idi! “Eşyânın (şeylerin-birimlerin) hakikatini bildir” duası, algılanan sûretlerin mâhiyetini (içeriğini) bilmeyi talep etmek anlamındadır. “Allah, altında ve üstünde hava olmayan bir âlemdeydi ve O’nun ile beraber hiçbir şey yoktu” tarifine; Şahı Velâyet Hazreti Âli’nin “Bulunduğumuz “an” o “an”dır”! eklemesi ise, ilmi ilahideki esma mertebesinin yerine işaret eder. Yani, tüm algılananlara karşın, gerçekte yalnızca “ALLAH” adıyla işaret edilen vardır; ve algılanan her şey, “aslı ve mahiyeti itibariyle yoktur” demek istemiştir!.

Haydi beyin sahipleri!.. Düşünen beyinler!.. Madde vardır, iddiasında bulunanlar! Eliniz yerine düşüncenizle tutmaya çalışın bir şeyi, bakalım tutabilecek misiniz?


Makrokosmosdan mikrokosmosa kadar neyi tutmak isterseniz boşluğa düşecek, madde dediğinizi tutmak isterken, moleküler boyutta bedensel “yok”luğa karışacak, onu tutmak isterken onun boşluğuna, oradan atomun boşluğuna, oradan çekirdeğin boşluğuna, oradan quarkların içine düşerek, sonunda string boyutunda “seyreden” olup gideceksiniz!. “Mülhime nefs” bilincine ulaşınca “Enel Hak” diyen Zât’tan, “Vahdeti Vücudu” bir sistem olarak anlatarak, “Vücut ve varlık TEK’tir; yalnızca O vardır, bu durumda sen istersen O vardır de, istersen ben varım de; diyen hep Kendisi’dir”; anlayışını sergileyen Zât’tan; “Vahdeti Şuhud” görüşünü, yani, Muhyidin’in bahsettiği “vücud”un, gerçekte, “ilmi ilahideki ilmî sûret” olduğunu; bu “vücud”un gölge veya hayalvücud” olduğunu vurgulayan İmam Rabbanî’ye kadar, hepsi de “data”larından açığa çıkan gerçekliği, programlarına göre dillendirmişlerdir. Dün işaret yollu olarak, “Allah” adıyla işaret edilen dışında hiçbir şey yoktur, “la mevcûda illa Allah”, denirken; bugün bilimle ulaşılmıştır ki, tüm algılanan ve algılanamayan varlık, “enerji-data” yapının (string boyutu) her an değişim hâlinin getirisinden başka bir şey değildir. “Her AN yeni şandadır”… Misal… Kaleideskop.. Hani çocukluğumuzda dürbün gibi içine bakılan ve döndürdükçe değişik şekiller alan ve bir aldığı şekli bir daha almayan yapı örneği…

Kurân-ı Kerîm bu gerçeği misâl ve işaretlerle bildirmiş; “Hakikat” ehli velîler de bu gerçeği algılayarak, çeşitli mecazlar ve işâretlerle dile getirmeye çalışmışlardır.

(Okuyunuz: “Mişkatül Envâr_- Nurlar Feneri” Yazan İmam Gazalî, çeviren Süleyman ATEŞ… “TECELLİYÂT” Ahmed Hulusi-1966)

Bir an bilgisayar sistemini hatırlayın... Eminim ki siz, bilgisayar ekranı olan monitörü, bilgisayar sananlardan değilsiniz… Ama öyle sananlardan da okurlarım olduğu için, bunu belirteyim istedim... Tüm bilgilerle dünyayı kapsayan ve kapısından girenlerce sayısız olaylar yaşanan interneti oluşturan her şey, bilgisayar hard diskine girilen, yan yana gelmiş “sıfır ve bir”lerden ibarettir. Bilgisayarın içine girebilseniz “sıfır ve bir”lerden başka bir şey göremezsiniz! Ekranlarda da pixel görürsünüz, ama resim olarak algılarsınız. Hatta daha ötesi, bilgisayarın içinde o sıfır ve birlerin ötesinde sadece elektriksel bir dalga hareketi mevcuttur. Tıpkı tüm yazı ve resimleri oluşturan yan yana gelmiş “nokta”lar gibi… Yazı veya resme büyüterek bakarsanız, resim kaybolur sadece yan yana “nokta”lar görürsünüz. Bundan önceki yazımda, varlığın özü ve hakikati olan “bilgi”den söz etmiştim. Bu bazılarınca “edinilen bilgi” İngilizce’siyle “knowledge” olarak algılanmış… Oysa bizim anlatmak istediğimiz “bilgi” kelimesi İngilizce’de “data” olarak anlatılan, anlam oluşturan veri mânâsınaydı… Bir roman, bir yaşam, bir film senaryosu, nasıl bilgisayarda sadece “data”dan “bilgi”den ibaret ise… Tüm algılanan veya düşünülen evren içre evrenler dahi, string boyutunda, bir “enerji dalgası” ve “data”=“bilgi”den ibarettir!. Algılamak istediğiniz konuya göre ister “enerji dalgaları” deyin, ister “bilgi” paketleri… Bu realite, tüm “Hakikat”e ulaşmış evliyâullah tarafından algılanır ve yaşadıkları devirlerine göre çeşitli isimlerle anlatılmaya çalışılır, mecazlar, işaretler şeklinde… Algılanan hep aynıdır; algılayanların program ve şartları farklıdır ve o yüzden anlatımlar farklılaşır.

Suyun rengi kabındandır”!

Bunun içindir ki, “Hakikat”e ermiş velîler, “âlemlerin aslı hayâldir!” demiş geçmişte… Hatta konuyu daha da incelemiş detaylandırmış olarak, “hayâl içinde hayâl içinde hayâldir” vurgulamasını yapmışlardır!. “Tecelli tek tecellîdir (tecellî-i vahid), ikincisi olmamıştır”, diyen zevât, esmâ âleminin tenezzülü (anlamın algılanışı) ile oluşan “melekût” âleminin ve tüm getirisinin, yalnızca, “yok”tan “var” olmuş bir hayâl olduğuna dikkati çekmek istemişlerdir. “Âlemler, “var”lık kokusunu dahi almamıştır” vurgulaması da bu yüzden yapılmıştır!. Gerçekte, tümüyle “sanal bir âlem”de yaşıyoruz; ama, “gerçekmişçesine” ve “var”mışçasına algılayarak!… Ve dahi bu durum, sonsuza kadar böylece devam edecek çeşitli boyutsal dönüşümlerle! Bazıları, bu gerçeği fark ederek devam edecek ve bu farkında olmanın getirisini yaşayacak… Bazıları da, bu dünyadan “a’mâ” olarak boyut değiştirip, sonsuza dek “a’mâ”=(bilgi körlüğü) olarak sonuçlarını yaşayacak. Zirâ, esma boyutunda… Yani… Sayısız Allah isimleri ile işaret edilen özelliklere sahip “TEK”illik boyutunda (“vahidiyet”), yani, “tek kare resim”de mevcut bulunan özellikler, tüm varlıkların yalnızca “ilmî sûretler” (sanal=var olarak algılanan) hâline işaret eder. Ve dahi… “Esmâ mertebesi” olarak tanımlanan ve “Allah’ın isimlerinin işaret ettiği özellikler olarak belirtilenler, insana hitap etmesi itibariyle, insan algılama boyutuna hitap eden isimlerdir.! İnsan ötesi, “nokta” içi projeksiyonda yer alan karanlık (mahiyeti netleşmemiş) enerji, “karanlık madde” (dark matter) olarak varlığını düşündüğümüz ama algılayamadığımız yüzde doksan altılık bölümdeki sayısız varlığı oluşturan nîce sayısız isimlerin işaret ettiği özellikler vardır ki, insan türü bu Allah isimlerini bilmez!.


Tüm sonsuzluğuyla esmâ mertebesi, “Allah” adıyla işaret edilenin ilminde, bir “nokta”nın, “nokta”mızın projeksiyonunda oluşmuş özelliklerdir!. Sayısız “nokta”lardan oluşan sayısız âlemler dahi, hep, “Allah” adıyla işaret edilenin ilminde var olan özelliklerle meydana gelir; ve bunlardaki oluşumlara da, bu “nokta”mızın ehlinin muttali olması mümkün değildir!. İşte bu âlemler dahi, hep İlmi ilahideki “ilmî sûretler” olduğu içindir ki; “Allah” adıyla işaret edilen mutlak bilinmezdir Zat’ı itibariyle; ve bu yüzden “ALLAH’ın Zat’ını tefekkür etmeyiniz”, (çünkü bu muhaldir) denmiştir. Bir anki açığa çıkışı, “tek kare resim” olan evren içre evrenlerin 3D algılanmasının geçmişteki “OKU”nuşu, “Zâtî ilim”de bir nokta olarak açığa çıkan ve din terminolojisinde “esma mertebesi” denilen ve her an yeni bir şan da olanın varlığını anlatır. . Esmâ mertebesi diye anlatılan günümüzdeki tespitiyle string boyutu olarak tanımlanan kudret-ilim, enerji-data veri tabanı kastedilir. Bu ilim, “Allah” adıyla işaret edilenin “Zati ilmi” indindeki sayısız “nokta”lardan yalnızca tek bir “nokta” da açığa çıkandır. “Nokta”, “Allah” adıyla işâret edilenin, esmâ âlemlerinden bir esmâ âlemidir, ki bizim boyutumuzda string boyutu olarak algılanabilir. Bu “Nokta”nın bâtını tasavvufta “a’mâ”, zâhiri ise “Vahidiyet” mertebesidir. “Ceberût” ismiyle işâret edilir. “Melekût” müşahhaslaşmış sanal hâlidir; Yaratan’a göre! “Hu” ismi “Nokta”nın hüviyetine işaret eder… “Allah” adıyla işaret edilen, “Zat”ı, künhü itibariyle mutlak bilinmezdir!.

Bu yönüne yukarıda vurguladığım üzere “Allah, âlemlerden Ganî’dir” âyeti işaret eder. Arzu edenler bu konuda 90’lı yılların başında yapmış olduğumuz, “Tek’in Takdiri” isimli sohbetimizi dinleyebilir ya da aynı yılarda yayınlanmış olan “Bilincin Arınışı” ve “TEK’in Seyri” isimli kitaplarımızı okuyabilirler. “NOKTA” içindeki projeksiyonda, esmâ mertebesinde, sanal olarak “var” olan insan bilincinin; indinde sayısız “nokta”lar var olanı bilebilmesi nasıl mümkün olur ki! Estağfirullah!... “EKBER” sıfatıyla tanımlanan indinde, acziyet ve hiçliğimi itiraftan başka ne gelir ki elden!. ”Nokta”, ihtiva ettiği sayısız anlamlar itibariyle “RUH-u Â’zam”; kimliği itibariyle “Hakikati Muhammedî”dir!.

Tüm algılananlar, “nokta”da string boyutunda açığa çıkan İlmi ilahî’de, “ilmî sûret” “data-enerji” olarak “yok”tan “var” oldukları için; her birinin “var”lığı, esma mertebesindeki esma terkibi(isimlerle işaret edilen özellikler bileşimi) oluşlarına dayanır. Hologramik tespit, farklı terkipler şeklinde açığa çıkan her bir birimin aynı asıldan oluşması olayını anlatır. Bu sebepledir ki, “Allah” adıyla işaret edilen, esmâ mertebesinde varlık sûretlerinde açığa çıkanları, kendine bağlamış olarak, “attığın zaman sen atmadın atan Allah’tı” vurgulamasını yapmış; “kızan, gülen, üzülen” gibi beşerî kabul edilen davranışları, gene kendi isimleriyle özdeşleştirmiştir. Algılama dünyamıza ait tüm kavramlar, “Allah” adıyla işaret edilenin “tek kare resim”de, “her an yeni bir şanda” oluşunun sonucu olarak, “varALGILANDIĞI içindir ki, “Allah” adıyla varlık özdeşleştirilmiş ve çok yönlü algılamaya açık bir oluş meydana gelmiştir. Kurân’ı Kerîmde “Allah” isminin geçtiği yerleri ya “Zâhir” ismi yönünden değerlendirmemiz gerekir olayı deşifre etmek için, ya da “Bâtın” isminin işaret ettiği anlam yönünden. “Allah affedicidir” dendiği zaman, kişideki açığa çıkan “affetme” özelliğinden söz edilmektedir. Bu “Bâtın” ismi yönünden bir açığa çıkış özelliğidir. Ya da, “Allah Azîz’ün züntikam” denildiğinde kesin olarak Allah’ın “sünnetullah” gereği ve sonucu, kişiye yaptığının sonucunu da yaşatması anlatılmak istenmektedir. “Hu” ismi “nokta”nın Bâtınına yani içselliğine (derinliklerine) işaret eder demiştik. Bu durumu sakın boyutsallık olarak algılamayalım! Zirâ bu anlatılmaya çalışılan “Nokta”da, anladığımız manâda bir derinlik veya dışsallık (Zâhir) söz konusu değildir. Çünkü “Samediyyet” vasfından kaynaklanmaktadır “nokta”! Yalnızca “Her an yeni bir şanda olan” vardır; o kadar!.. “Külle yevmin HU ve Fiy Şa’n!”… Burada anlaşılması zorunlu ve de çok önemli bir incelik daha vardır ki, o da şudur… Allah Rasûlü, bir yandan, Risâletin sonucu açığa çıkardığı ilimle-nurla, varlığın hakikatini, tüm incelikleriyle ve o zamanki insanların da anlayış seviye ve şartlarını hesaba katarak açıklarken… Diğer yanda da Nübüvvetinin sonucu olarak, “Sünnetullah”ın işleyiş şeklini; nelerin, nelere nasıl dönüştüğünün inceliklerini; “abdest alırken suyu yüzünüze çarpmayın” ya da “ayakta su içmeyin”, “kişi, ayıpladığını yaşamadan ölmez” detaylarına kadar bildirmiştir. Salât, Oruç, Hac, Zekât ve daha bunun gibi çeşitli çalışmaları, hep insanın içinde yaşadığı boyutun oluşum şartları (sünnetullah) dolayısıyla teklif etmiştir Nübüvvet müessesesi. İnsandan, bilinç ve fiil olarak ne açığa çıkarsa, kişi sonsuza dek onun sonuçlarını yaşayacaktır derûnundan gelen “kuvve” dolayısıyla… Şükreden bunun getirisini yaşar; nankör ise, ettiğine karşı kilitlenmenin sonuçlarını… Muhteşem insan Rasûlullah’ın açtığı kapıdan giremeyenler, mazeretleri ne olursa olsun, girmemenin sonuçlarını yaşayacaklardır. Zira O, yukarıdaki bir tanrı anlayışından insanları sakındırıp, bunun sonuçlarını yaşamaktan onları korumaya çalışırken; diğer yandan da, Ümmü Hani’nin kapısında dostlarına, “Men reaniy fekad reel Hakka” (Beni gören Hak’kı görmüştür) diyecek kadar kendi “yok”luğunu ve algılananın yalnızca “HAK” olduğunu anlatmaya çalışmıştır. Bu günlük de bu kadar… Yazacak şeyler çok fazla; sayfalar yetmez!.. Konular çok derin… Kurân’ı Kerîm’in bir kısım âyetlerinin günümüz bilgileri ışığında yorumu, gerçekte, bu güne kadar yapılmış yorumlardan çok farklı olabilir… Bu bakış açılarıyla yeniden bir değerlendirme yapmak umarım kolaylaşmıştır bizlere! Bu konular size hitap etmiyorsa, artık hoş görün fakîri…

Not: Din ile bilimin aynı şeyi söylediğini savunmak amacıyla fizik veya tıp kitabındaki bilgileri yazıp, işte bunlar Allah’ın eseridir demeyi, dini bilimsel olarak açıklamak diye anlayanlar var. Bilimden ya da din ilminin hakikatinden uzak olanlara göre, bizimki Dini yanlış anlatmak diye yorumlanabiliyor. Diyorlar ki, bahsettiğin şeyler zaman içinde değişirse, dini de ona göre mi değiştireceğiz? Cevap bir başka yazıda…
AHMED HULUSİ  07 Ocak 2007