4 Temmuz 2015 Cumartesi

MUHSİN YAZICIOĞLU BBP'Yİ NASIL KURDU?



1991 yılında yapılan Genel Seçimlerde MHP, RP ve IDP barajı aşmak için ittifak yaptılar. Bu seçimde ittifak partileri toplam 62 milletvekili çıkardı. Yemin töreninden sonra MHP 17, Aykut Edibali iki veya üç milletvekilini çekerek partilerine geçtiler. Muhsin Yazıcıoğlu ve Ökkeş Kenger MHP’den seçilmişlerdi.

Bu arada cezaevlerinde yatan Ülkücülerden Türkeş’e karşı bazı tepkiler olduğunu gördüm. Bu kışkırtmalar bilinçli olarak Muhsin tarafından yapılıyordu. Merhum Alparslan Türkeş’e bir mektup yazdım. Cezaevlerini aydınlatacak birilerini göndermesini, aksi takdirde cezaevlerinin ölü doğuracağını ifade ettim. Bir baktım ki Muhsin’i göndermiş. Merhum Türkeş, tilkiyi tavuklara bekçi olarak göndermişti.

Muhsin’in kayınpederi Erbakan’ın sağ kolu denebilecek fanatik Refahçı Maraşlı bir aile reisidir. Tabi ki yenge hanım da fanatik Erbakancıdır. Refahçı kayınpeder ve yengemiz ; “Muhsin sen MHP’ye Genel Başkan olmalısın, artık Türkeş bunamış, çekilmesi lazım. Bu davanın Başbuğu sen olmalısın” diye gaz veriyorlardı. Onlar da başbuğ olamayacağını biliyorlardı ama hiç olmazsa başbuğ olamazsa bu kızgınlıkla istifa eder, Refah saflarına geçer diye hesap yapıyorlardı. Kayınbaba tarafı bu beklenti içerisindeyken, Muhsin de boş durmuyor, adaylar dikiyor, listeler çıkarıyor. Merhum Türkeş de bu kongreleri iptal ediyor veya Muhsinci başkanı fesh ettiriyordu. Aslında böyle değildi ama Muhsin’e göre böyle oluyordu.

Süleyman Demirel, SHP ile koalisyon kurmuştu. Demirel bazı meselelerde Türkeş’e danışıyor, hatta Türkeş’i almadan Türk Dünyasına bile gitmiyordu. Muhsin, Ökkeş ve arkadaşları “Türkeş Orta Asya’ya giderken Demirel’in çantasını taşıdı diye propaganda yapıyorlardı. MHP grup kurmadan Meclis’te sesini duyuramıyordu, bütçeden para alamıyordu. Türkeş, hükümetin bazı olumlu çalışmalarına Meclis’te destek veriyordu. Bu sebepten Muhsin ve arkadaşları tarafından ihanetle suçlanıyordu. Demirel ve SHP de, MHP’ni grup kurabilmesi için kararname çıkardı ve 21 olan grup sayısını 20’ye düşürdüler. Bu arada ANAP’tan 3 milletvekili istifa edip gelecek ve MHP grup kuracaktı.

Tam bu sırada bir bomba patladı. Muhsin Yazıcıoğlu, Ökkeş Kenger, Esat Bütün, Saffet Topakbaş ve Ebibali’den bir milletvekili istifa ettiler. MHP’nin grup kurması planı suya düşmüştü. Turgut Özal ile aralarında bir irtibat olduğu dedikodusu çıktı. Bu çöpçatanlığı da Fethullah Gülen’in yaptığı söylendi. ANAP’dan gelecek olanlar da gelemedi. Bu arada Fethullah Gülen’in adamları olan Zamancılar, Muhsin’in etrafını sardılar. Toplantılarda kalabalık yapıyor, birbirleri ile fısıltı ile konuşuyorlardı, “Aman Muhsin’in etrafında kalabalık yapın da MHP’ye geri dönmesin” diyorlardı. Muhsin gaza geldi ve dönmedi. Çok kısa zamanda “Büyük Birlik Partisi” adında bir parti kurdu. MHP’nin dahi kendine ait bir genel merkez binası yokken Muhsin, Sıhhiye’den, Sağlık Bakanlığı’nın tam arka sokağında yedi katlı bir bina satın almıştı. Biz de cezaevi arkadaşları olarak kendisine destek veriyorduk ama bu pahalı binanın alınması kafalarda soru işareti yaratmıştı. Cezaevlerine bakan vakfın başkanı olan Muhsin, “paraların hesabını vermemek için oyunbozanlık yaptı ve ayrıldı” diyenler de olmuştu.

Bu arada Muhsin toplantılarda neden MHP’den ayrıldıklarının gerekçelerini anlatıyordu. Hatta Türkeş’in hanımı denize mayoyla girdi diyecek kadar belden aşağı vurmaya başladılar. Hatta BBp teşkilatlarında Türkeş’e ağır küfürler edenler de vardı. Sonra kendileri de mevcut hükümetle iyi ilişkiler içine girdiler. Bazı genel müdürlüklerin BBP’ye verilmesi ve biraz da para verilmesi halinde gensorularda hükümete destek verdikleri de söylendi.

Buraya kadar her şey dedikodu ve varsayımdan ibaretti. Ama 1994’te bir arkadaş bana bir bilgi getirdi. Beyinleri oynatacak bir bilgi vardı. Bu arkadaş Maraşlı olup, Ökkeş Kenger’in samimi dostu idi. Ökkeş Kenger’e sorulduğu takdirde bu kişinin kin olduğunu bilecektir. Bir kış günü 1994 yerel seçimlerine yakın bir zamanda M.A. ile bir çay ocağına oturduk, sana çok mühim bir konu anlatacağım dedi. İsterseniz bizzat M.A.’nın ağzından dinleyelim bu mühim konuyu:

“Mecliste Ökkeş’i ziyaret ettim. Ökkeş de beni bırakmadı. Tam dört gün Ökkeş’in misafiri oldum. Gündüzleri mecliste, geceleri evde oturduk ve uzun uzadıya dertleştik. Ökkeş’in bu ayrılıktan pek memnun olmadığını anladım ve sordum: Ökkeş sizin ayrılmanızın Turgut Özal ile bir ilgisi oldu mu? Dedim. Ökkeş, Abi biz bir bok yedik, hatanın neresinden döneceğimizi de bilemiyoruz. Özal meselesine gelince: Demirel-SHP hükümeti, MHP’den Milli Eğitim Komisyonu’na verilmek üzere bir isim istedi. Biz meclisten partiye geldik ve toplantı yaptık. Türkeş, toplantıya katıldı ve şöyle dedi: “Arkadaşlar benim Hindistan’dan ve Çin’den misafirlerim var, siz toplantınızı yapın fakat komisyona Koray’ın adını vereceğiz. Ben sonra gelirim.” Dedi. Başbuğ salondan çıktıktan sonra biz kendi kendimize mırıldandık, “Niye Koray oluyormuş? Niye seçimle olmasın? Belki biz başkasını seçmek istiyoruz?” dedik aramızda. Diğer vekil arkadaşlar da buna itiraz etmediler ve biz seçim yaptık, Saffet’i seçtik.

Bir süre sonra Başbuğ geldi, masanın üzerinde cam kavanozu gördü; “ne o seçim mi yaptınız? Kimi seçtiniz?” diye sorunca, biz “evet seçim yaptık, Saffet’i seçtik” dedik. O zaman Başbuğ çok kızdı ve elinin tersi ile masanın üzerindeki cam kavanozu yere düşürdü ve kırdı. Ardından; “Ben size Koray’ı seçin demedim mi?” dedi ve çıktı gitti. Birden ortalık buz gibi oldu. Herkes salonu terk etmeye başladı. Biz dört arkadaş (Muhsin, Ökkeş, Saffet ve Esat) salonda kaldık. Ancak salona giren bizim dördümüzü görüyor. Biz rahatsız olduk ve daha rahat konuşabilmek için bizim eve gittik.

Bizim genel merkezden çıkıp eve ulaşmamız 20 dakika sürdü. Ben tam evin kapısına vrdım, hanım beni kapıda karşıladı; Yusuf Özal seni arıyor, dedi. Ben arkadaşların içeri girmelerini işaret ettim ve telefonu aldım. Yusuf Özal ile çok samimiyetim yoktur. Sadece meclis salonunda selamlaşırız. Yusuf Özal’la hal hatır sorduktan sonra, “Ökkeş Bey, Cumhurbaşkanı(T.Özal) sizinle görüşmek istiyor” dedi. Telefonu kapattım ve bizim gündem aniden değişti ve “Turgut Özal ile görüşelim mi görüşmeyelim mi” oldu. Ancak benim anlayamadığım konu şu olmuştu: “20-30 dakika önce genel merkezde meydana gelen bir olaydan ve bizim 20 dakika sonra evde olacağımızdan T.Özal’ın nasıl haberi olmuştu? Özal’ın MHP’de adamlarının olduğunu anlamıştım. Arkadaşlar arasında “Bugüne bugün Türkiye’nin cumhurbaşkanı görüşmek istiyor. Önemli olmasa aramazdı. Bizi yiyecek değil ya, gidip görüşelim” kararı çıktı. Muhsin’le birlikte benim temsilen gidip görüşmemizi istediler. Ben aradım ve Y.Özal’a gün ve saat verdim.

O gün ve o saatte biz Muhsin’le köşkte cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın makamına çıktık. Bizi odasının kapısında karşıladı. Kendisi makamına oturdu. Biz ön koltuklara oturduk. Hal hatırdan sonra Özal sözü başlattı: “ Ben her şeyi, olup biteni biliyorum. Siz çok çile çektiniz, her şeyi hak ettiniz. Daha iyi yerlerde olmalısınız. Ama bu gidişle partide sizi iflah etmezler.” Dedi. Muhsin de, “Efendim durumu bizden iyi biliyorsunuz. Bu durumda ne yapmamızı önerirsiniz?” dedi. Özal da “Ayrılın parti kurun. Bizimkiler de ayrı parti kuracaklar. (Halil Şıvgın ayrılıp parti kurmuşlardı) Benim sürem bitince siyasete döneceğim. O zaman birleşiriz” dedi. Bu arada Muhsin tebessüm etti; “Efendim parti kurmak kolay mı? Parti para ile kurulur. Benim daha Sivas esnafına borcum var” dedi. Ben de söze girdim: “Muhsin Bey haklı efendim, benim de Maraş esnafına, daha seçimden kalma borcum var” dedim. T.Özal bizi hiç konuşturmadan çekmeceden bir çek çıkardı ve “Hiç para konusunu düşünmeyin. Şimdilik bu 14 milyar ile partinizi kurun, ne zaman ihtiyacınız olursa beni arayın” dedi ve çeki Muhsin’e uzattı. İnan ki abi, biz 14 milyarı bir arada görmüş insanlar değiliz. Çek Özal’ın elinde bir dakika havada kaldı. İkimizin de dili tutuldu. Ne evet, ne hayır diyebildik. Sonunda Muhsin baktı ki çek Özal’ın elinde havada kaldı, ayıp oluyor. Çeki aldı ve döş cebine koydu. Biz artık satılmıştık. Davayı, Şehitlerin kanını satmıştık. Konuşacak bir söz kalmamıştı. Hemen izin istedik. Özal kapıya kadar bizi yolcu etti. Biz başımızı yerden kaldıramıyoruz. Özal odasına döndü, biz köşkün salonuna gidiyoruz. Ben çekin 14 milyar (Yıl 1992. Bugünün 14 trilyonundan fazla) olduğuna bir türlü inanamadım. Muhsin’e dürttüm; “Muhsin, şu çeki bir çıkar da bakalım. Bu çek 14 milyon olmasın ha! Dedim. Muhsin de “Heye ben de bir türlü inanamadım” dedi. Çeki çıkardık baktık ve sıfırları saymaya başladık ki, gerçekten 14 milyar idi. Ertesi günü partiden ayrılmak zorunda kaldık. Çünkü parayı almıştık. Ayrılmasak, Özal, bizi defe kor çalardı. İşte Özal ile ilişkimiz bu oldu. İlk 7 milyar ile genel merkez binasını satın aldık. Geri kalan 7 milyarı da bankaya koyduk, partinin masraflarını karşıladık.” Dedi. Meğer bu adamlar davayı satmışlar…”

Ben de M.A.’ya Başbuğ’un bundan haberi olup olmadığını sorduğumda: “ nereden olacak” dedi. Ben Ankara’da bir ağabeyin yanına gidip durumu anlattım. Bundan Başbuğu2un haberdar olup olmadığını sordum. O da: “Ben bunu Koca Kurt’a anlatırım. Gerekirse senin ağzından dinlemek için seni arayabilir” dedi. Aradan bir hafta geçti arayan olmadı. Ben tekrar o ağabeyin yanına uğradım. “Abi sen Başbuğ’a söylemedin mi, arayan soran olmadı” dedim. O ağabey de “aslında seni arayacaktı ama daha büyük bir çek ortaya çıktı, bu nedenle seni aramadı” dedi. Ben de bu çek kimden alınmış diye sordum. “Özal, Antalya’da Mor Koyu’nda dinlenirken, Muhsin, Özal’a bir mektup yazmış. Bu mektubu ülkücü bir gence vermiş, bu genç mektubu alıp Özal’a götürmüş vermiş. İşte 1994 seçimlerine girmek için para lazım diye yazıyormuş mektupta. Özal gence 70 milyarlık bir çek vermiş. Genç davanın satıldığını anlamış ve çekin bir fotokopisini çekmiş. Çeki Ankara’da Muhsin’e verirken şöyle demiş, “anlaşılan siz bu davayı satmışsınız. Beleşine deyyusluk olmaz. Bu çekten benim de komisyonumu verin” demiş. Gence göz ağartmışlar, dövecek olmuşlar. Genel merkezden dışarı atıp kovmuşlar. Genç de bu 70 milyarlık çekin fotokopisini Başbuğ’a vermiş” dedi.

Şimdi Muhsin’e göre MHP, büyük birliği sağlayamamış idi. Kendisi büyük birliği kurmak ve bütün ülkücüleri bir araya toplamak için Büyük Birlik Partisi2ni kurdu ama büyük birliği oluşturamadı. Neden Muhsin’in yanında cezaevi arkadaşları yanında yoklar? Neden MHP barajın altında kaldığında %13 oy kaybederken, MHP’ye kızan ülkücülerden bir tanesi dahi Muhsin’e oy vermedi? İlk kuruluşunda oyu %1,75 iken, her geçen gün oyu düşerek %1’lerin altına düştü? Bunun sebebini Muhsin gayet iyi biliyor. Çünkü bu Çek Olayını bilmeyen ülkücü kalmadı da ondan. Bunca rüşvete ve melanete rağmen hala dürüstlükten, delikanlılıktan, idealizmden yana mangalda kül bırakmıyorlar.

Bütün ülkücülere ve sade vatandaşa soruyorum: “Böyle 5500 şehidin kanları üzerinde pazarlık yaparak, davaya ihanet eden bu beyleri cezası ne olmalıdır? Lütfen Allah rızası için, bu cezayı siz tayin edin…

Kaynak: Alperen