19 Ağustos 2013 Pazartesi

RABİA İŞARETİNİN GERÇEK MANASI


Rabiatul Adeviyye Meydanı'nın ve darbe karşıtı gösterilerin sembolü dört parmakla yapılan "Rabia işareti" oldu... İşte o işaretin anlamı...


Arapçada "dördüncü, dört" anlamına gelen "Rabia" kelimesi Mısır'da darbe karşıtı direnişinin sembolü oldu. Katliamdan bir kaç saat önce Rabiatul Adeviyye Meydanı'nı dolduran onbinlerce kişi elleriyle "dört" işareti yaparak mesajlarını dünyaya duyurmaya çalışıtı. Anadolu Ajası tarafından çekilen son fotoğraf ve görüntülerdeki kişiler bir kaç saat sonra ordunun müdahelesine maruz kaldı. Kişilerin akibeti bilinmiyor.
Mısır'da darbe karşıtı gösterilerin yapıldığı Rabiatul Adeviyye Meydanı tüm dünya tarafından yakından takip edildi. Meydanı dolduran yüzbinlerce kişinin yaklaşık iki ay süren direnişi sayesinde Tahrir Meydanı kadar ünlenen Rabiatul Adeviyye Meydanı son yılların en büyük sivil katliamından birine şahitlik etti. Sayıları hala tam olarak tespit edilemeyen yüzlerce kişiye mezar olan meydanın pek bilinmeyen bir yönü daha ortaya çıktı.
ADI DİNDAR BİR KADINDAN
Meydanın ismi, Rabiatul Adeviyye adında dindar Müslüman bir kadından esinlenerek konulmuş ve Adeviyye ailenin dördüncü çocuğu olması nedeniyle isminin başına Rabiatul konmuş. Rabiatul Adeviyye hayatı boyunca verdiği özgürlük mücadelesiyle anılıyor. Gösterilerle birlikte bu ismin taşıdığı anlam Mısırlılar arasında yeni bir sembolün doğmasına neden oldu.
Tahrir Meydanı'nda bulunanların zafer işareti yaptığı dönemde Rabiatul Adeviyye Meydanı'ndakiler ismin anlamına atıf yapmak ve Tahrir'deki darbe taraftarı göstericilerden ayrışmak için elleriyle dört işareti yapmaya başladılar. İşaret her geçen gün gösterilerin yapıldığı meydanlarda ve Mısır genelinde yaygınlaştı ve bilinen zafer işareti kadar çok kullanılmaya başlandı.
misir-004.jpg
KATLİAMDAN ÖNCEKİ SON GÖRÜNTÜLER
AA muhabiri Kemal Firik, 13 Ağustos 2013 gecesi bu konuda haber yapmak için Rabiatul Adeviyye Meydanı'na gitti. Konuyla ilgili göstericiler bu işaretin darbe karşıtı olanların yeni sembolü olduğunu, bu işaretin kendilerine özgü konulara vurgu yaptığını ifade ettiler. Göstericiler bu konuda şunları söylediler:
MEYDANIN ADI 'RABİA' ARAPÇADA 4
"Bunun Adı "Rabia İşareti"dir. Meydanın adı olan "Rabia" Arapçada "dördüncü, dört" demektir. Bu meydanın adına vurgu yapmak için bu işareti yapıyoruz. İkinci önemli konu Muhammed Mursi, Nasır, Sedat ve Mübarek'ten sonra dördüncü Cumhurbaşkanı oldu. Onu da hatırlamış oluyoruz. Ayrıca Tahrir Meydanı'nda darbeye destek vermek için toplananlar zafer işareti yapıyor. Biz onlarla bir olamayız. Onlardan ayrılmak için bu işareti yaygınlaştırıyoruz."
Gece geç saatlerde Rabiatul Adeviyye Meydanı'ndaki bu görüntülerin çekilmesinden bir kaç saat sonra ordunun sert müdahelesi başladı ve yüzlerce insan öldürüldü. Fotoğraf ve görüntülerde yer alanların akibetleri ise öğrenilemedi.
YENİ ZAFER İŞARETİ Mİ OLACAK?
Batı ülkelerinin Mısır'daki darbeye karşı duyarsız davranması başta demokrasi olmak üzere Batı'ya ait bir çok kavram ve sembolün tartışılmasına neden oldu. "Millet iradesi, demokrasi, insan hakları, basın etiği" gibi batı kaynaklı bir çok kavram yeniden sorgulanmaya başlandı. İki parmakla yapılan ve "zafer işareti" olarak bilinen sembol de tartışmalardan nasibini aldı. Tahrir Meydanı'nda toplanan darbeye ve darbe lideri Sisi'ye destek veren onbinlerce kişi elleriyle "zafer işareti" yapmışlardı. Tahrir'e alternatif olan Rabiatül Adeviyye Meydanı'nda zafer işareti yerine "Rabia İşareti" doğdu. Bu işaretin İslam dünyasında yeni zafer işareti olacağı ifade ediliyor. http://www.aktifhaber.com/rabia-isaretinin-anlami-nedir-839484h.htm

GÜRBÜZ EVREN : DÖRT PARMAK YANİ "RABİA" İŞARETİNİN
ANLAMI SÖYLENDİĞİ GİBİ DEĞİL..
BUNU BİR DE BENDEN DİNLEYİN..

Bizim İleri Demokratlar, Mursi yandaşlarının Dört Parmak yani “Rabia” işaretini simge yapmaya çalışıyorlar...


Bırakın bizim siyasileri, sanatçı olarak tanıtılan şarkıcılar ve “bazı” futbolcular bile bu işareti yapıp secdeye varmaya başladı.

Zaten “bazı” futbolcular bile yapıyorsa, anlayın ki bu, anlamı bilinmeyen bir iştir.

Diyorlar ki, gerek Kahire’de gerek dünyanın dört bir yanında darbe karşıtlarının simgesi haline gelen işaretmiş 4 parmak.

"Rabia" işareti, Mursi yandaşlarının toplandığı Rabiatul Adeviye Meydanı’ndan geliyormuş. Rabia, Arapça'da 4'üncü anlamını taşıyormuş.

Peki, bu işareti İslam tarihinde ilk kim ve neden yapmış bilen var mı?

Açın bütün gazeteleri, yukarıdaki cümleyi bulursunuz. Gerisi yok.

Muaviye bin Ebu Süfyan kimdir bilir misiniz?

Emevi hanedanının kurcusu Muaviye, 657’deki Sıffın Savaşı’nda, Hazreti Ali’yi yenememiş, ancak hakemleri ikna ederek, alavere dalavere ile kendini Halife ilan etmişti.

Bu dönemde Müslümanlar, Muaviye taraftarları (Sünniler), Ali taraftarları (Şiiler), Tarafsızlar (Hariciler) olarak bölünmüştü.

Muaviye’den yana tavır alan Hariciler ise Hazreti Ali’yi öldürmüştü.

Muaviye, bir süre sonra da, Hazreti Ali’nin çocukları, Peygamberin de torunları Hazreti Hasan ile Hüseyin’i öldürmüştü.

Özellikle Hazreti Ali’nin öldürülmesinden sonra Halifeliğini sağlama alan Muaviye, her fırsatta Ali’yi ve Şiileri yok saymak, dışlamak için, taraftarlarına, Dördüncü Halife’nin kendisini olduğunu DÖRT PARMAK işaretini yaparak ilan etmiş, taraftarları da, aynı işareti kullanmıştır.

Bundan sonra gidilen savaşlarda da Muaviye’nin ordusundaki askerler bu işareti yapar olmuştur.

Zaten “Rabia” Muaviye ailesinde takıntıdır. Muaviye bin Ebu Süfyan’ın dedesinin adı da Rabia’dır.

Kureyş aşiretinin liderlerinden olan dede Rabia, torununa, “adıma uygun davran, önemini unutma” tavsiyesinde bulunmuştur.

Sünni kesimin temsilcisi olduğu iddia edilen, ama ilgisi olmayan Muaviye’nin DÖRT PARMAK işareti, bugün Mısır’da, Sünni İslam’ın yılmaz savunucuları olarak gösterilen, ama ilgisi olmayan Mursi yandaşlarının, Müslüman Kardeşler örgütünün işaretine dönüştü. .

Dedim ya, dünyadan bi haber bazı futbolcular ve sanatçı denilen şarkıcı takımı da bunu yapıyorsa, benim gibilerine de, onların derin bilgisine inanmak düşer…

15 Ağustos 2013 Perşembe

Olağanüstü Salatalık


Bunları okuduktan sonra salatalığa çok daha farklı gözle bakacaksınız!!!
Olağanüstü Salatalık
Bir süre önce bu bilgiler "The New York Times" gazetesinde yayımlandı.

1. Salatalık, günlük ihtiyacınız olan birçok vitamini içerir. Tek bir tanesinde Vitamin B1, Vitamin B2, Vitamin B3, Vitamin B5, Vitamin B6, Folik Asit, Vitamin C, Kalsiyum, Demir, Mağnezyum, Fosfor, Potasyum ve Çinko ihtiva eder.

2. Öğleden sonra yurgunluk mu hissettiniz? Kahveyi, çayı, soğuk içecekleri bir taraf bırakın ve bir salatalık yiyin. Salatalık iyi bir B vitaminler ve Karbohidratlar kaynağıdır ve yediğinizde saatler sürecek yorgunluğunuzu kısa bir sürede ortadan kaldırır.

3. Banyo veya duştan sonra aynanızın buğulanmasından şikayetçi misiniz? Bir salatalık dilimini alıp aynayı ovun. Hem buğulanma yok olacak hem de pırıldayan bir aynaya ve nefis bir kokuya sahip olacaksınız.

4. Haşereler bahçenizi veya saksı bitkilerinizi mahvediyor mu? Bahçeniz için bir aluminyum tabağa (ya da aluminyum folyoya) salatalık dilimlerini koyup, ortada bir yere yerleştirin. Saksılarınıza ise birkaç dilimi toprağın üzerine yine aluminyum tabak veya folyo ile yerleştirin. Bütün mevsim haşerelerden kurtulacaksınız. Salatalıkdaki kimyasallar aluminyum ile etkileşerek insanların algılayamadığı ama haşereleri deli eden bir koku yayar ve onların ortadan kaybolmalarına neden olur.

5. Bayanlar, sokağa çıkmadan önce veya denize-havuza girmeden önce bir süreliğine selülitlerinizden kurtulmak ister misiniz? Sorunlu bölgelerinizi birkaç dakika süreyle salatalık dilimleriyle ovun. Salatalıkdaki fitokimyasallar derinizdeki kollajenlerin gerilmesini sağlar, dış tabakayı sıkılaştırarak selülitlerin görüntüsünü azaltır. Aynı şekilde kırışıklıklara da iyi gelir (özellikle de göz civarları için)

6.Baş ağrısından kurtulmak ister misiniz? Yatağa girmeden önce birkaç dilim salatalık yiyin ve ertesi sabah dipdiri, baş ağrısız kalkın. Salatalık, vücudun kaybetmiş olduğu gerekli besinleri takviye edici yeterli miktarda şeker, B vitaminleri ve elektrolitleri ihtiva ettiği için yediğiniz birkaç dilim sorunlarınızı hemen yok eder.

7. Özellikle diyet yapanlar, açlık dürtünüzü ortadan kaldırmak mı istiyorsunuz? Salatalık yiyin.

8. Evinizde ayakkabı boyanız mı kalmadı? Taze kesilmiş bir salatalık ile ayakkabınızı ovalayın. İçerdiği kimyasallar ayakkabınıza hem harika görünen bir parlaklık verir hem de deriyi su geçirmez hale getirir.

9. Evinizde bir kapı, pencere ya da benzer bir şey gıcırtı mı yapıyor? Bir dilim salatalık alıp gıcırtı yapan yerlere sürtün (tabii sürtünme yapan yerlere, menteşenin dışına değil!!) gıcırtı gidecektir.

10. Kendinizi gergin, bitkin mi hissediyorsunuz (özellikle ders çalışan öğrenciler, yeni bebek sahibi olmuş anneler ve diğer herkes) ? Bir tas kaynar suyun içine bir bütün salatalığı ince dilimler halinde keserek koyun. Tası da bulunduğunuz odada uygun bir yere koyun. Salatalıkdaki kimyasallar ve diğer besinler kaynar suyun içine girince tepki gösterirler ve suyun buharı ile birlikte bulunduğunuz odaya yayılarak nefis bir aroma yayarlar. Bu aroma sizlerin tüm gerginliğini alarak sakin kişiliğinize dönmenizi sağlayacaktır. Özellikle öğrenciler bunu denemelidir.

11. Yemek yediniz (örneğin kebap) ve ağzınızdan kötü koku yayıyorsunuz. Bir salatlık dilimini alıp dilinizle damağınıza yerleştirin ve en az 30 saniye öyle tutun. Ağzınızda kötü kokulara neden olan bakterilerin fitokimyasallar sayesinde ölmesi nedeniyle bu sorundan kurtulmuş olacaksınız. (Soğan-sarmısak kokusu konusunda bir bilgi yok. Bunu da siz deneyin ve sonucu görün.)

12. Evyelerinizi, lavabolarınızı çevreye zarar vermeyecek bir şekilde temizlemek ister misiniz? Bir dilim salatalığı alıp temizlemek istediğiniz yeri ovun. Sadece yılların birikimi lekeleri kirleri temizlemekle kalmaz, ayrıca güzel bir parlaklık verir temizlediğiniz yere. Bunun yanında elleriniz de o temizlik malzemelerin verdiği zararlardan kurtulmuş olur.


13. Kalemle yazarken bir hata yaptınız ve hatayı silmek istiyorsunuz. Salatalık kabuğunu alıp yavaş ve nazikçe silmek istediğiniz yazıya sürtün. Boya kalemlerinde ve keçe kalem yazılarında da oldukça yararlı. (Bilirsiniz bazen çocuklarımız duvarlara yazılar yazar, resimler yaparlar. Onlarda da deneyebilirsiniz.)

İşte beyninizi bitiren yiyecekler...


Daily Mail gazetesi beyni tüketen ve öldüren 11 gıda maddesini yayınladı. Bu maddeleri tüketmek adeta intihar gibi...

İşte beyninizi bitiren yiyecekler...

1. Şeker ve şeker ürünleri 

Uzun süreli şeker kullanımı nörolojik problemlere sebep olur. Ayrıca hafızayı da zayıflattığı tespit edilmiştir. Öğrenme kabiliyetini zaafiyete uğrattığı da ifade edilmektedir. Bu sebeple şekerden uzak durmak gerekir.

2. Alkol

Alkolün karaciğeri iflas ettirdiği bilinmektedir. Ancak az bilinen diğer etkisi de beyni bitirip tükettiğidir. Sağlıklı düşünme yeteneğini zayıflatır, hafızayı da tüketir. Kısa vadede alkol bırakıldığı takdirde etkileri belli bir düzeyde onarılabilmektedir. Ancak uzun süreli kullanımlarda kalıcı hasarlara da yol açabilir.

3. Fast Food

Yakın zamanda Montreal Üniversitesi'nde yapılan bir araştırma fast food ürünlerinin beynin kimyasını değiştirdiğini ortaya koymuştur. Bu da depresyon ve anksiyete sorunlarına yol açmaktadır. Fast Food ürünlerinin içindeki katkı maddelerinin öğrenme bozukluğu, motivasyon eksikliği ve hafıza zayıflığına da yol açtığı kanıtlanmıştır.

4. Kızarmış yiyecekler

Bütün işlenmiş yiyecekler kimyasallar, katkı maddeleri, yapay tatlandırıcılar ve koruyucular içerir. Bunlar hem çocuklarda hem yetişkinlerde ciddi beyin hasarlarına yol açar. Kızarmış veya işlenmiş gıdalar beyin sinirlerini zedeler. Bazı yağlar ise diğerlerine göre daha zararlıdır. Doğadaki en toksik ve tehlikeli kızartma yağının ise ayçiçek yağı olduğu tespit edilmiştir.

5. İşlenmiş veya önceden pişirilmiş gıdalar

Tıpkı kızarmış gıdalar gibi işlenmiş gıdalar da merkezi sinir sistemine zarar verir. Bu da dejeneratif beyin bozukluğuna yol açar. İleriki yaşlarda Alzheimer'a neden olur.

6. Çok tuzlu gıdalar

Tuzun kalbe zarar verdiğini herkes bilir. Bilinmeyen şey ise tuzun içindeki yoğun sodyum beyne de zararlıdır ve düşünme yeteneğini zayıflatır. Zekayı da gerilettiği ispat edilmiştir.

7. Tahıllar

Tahılların hepsi beyin fonksiyonlarına zarar verir. Ancak bunun tek istisnası yüzde 100 tam kepekli tahıllardır. Yani tam tahıllar... Eğer çok tahıl tüketirseniz bu hızlı yaşlanmanıza da yol açacaktır.

8. İşlenmiş proteinler

Proteinler kas yapıcıdır. Et ise en yüksek kalitede ve en zengin protein kaynağıdır. Ancak sosis, salam, sucuk ve benzeri gıdalar gibi işlenmiş proteinlerden uzak durulmalıdır. Doğal proteinler sinir sistemini yapılandırırken, işlenmiş proteinler tam tersini yapar. Yani sinir sistemini tahrip eder..

9. Trans yağlar

Kesinlikle her türlü trans yağdan uzak durulmalıdır. Trans yağlar bir çok ciddi soruna yol açar. Kalp sorunları, kolesterol ve obezite bunların en çok bilinenidir. Az bilinen ise beyne de oldukça zarar verdiğidir. Refleksleri öldürür, beyin işlevinin kalitesini düşürür. Ayrıca felç riskini de maksimum düzeye çıkarır. Alzheimer benzeri etkileri de uzun vadede ortaya çıkar.

10. Yapay tatlandırıcılar

İnsanlar zayıflamak için şeker yerine yapay tatlandırıcı kullanırlar. Bunların daha az kalori içerdiği doğru olsa da faydasından çok zararı vardır. Uzun kullanımlarda beyin hasarına ve zihinsel bozukluklara yol açar.

11. Nikotin

Nikotinin zararları saymakla bitmez. Beyinle ilgili olanına gelince... Vücudunuzun en önemli organı olan beyninize kan gitmesini engeller... Kan gitmezse oksijen de gitmez.. Bu da beyninizin yavaş yavaş ölmesine yol açar. Kılcal damarları tıkadığı için nörotransmitterlerin üretilmesine engel olur ve işlevini engeller... Bu da sinir sistemini tüketir.

Kaynak: RotaHaber / Çeviri: Umut Yavuz

9 Ağustos 2013 Cuma

EZOTERİK TOPLULUKLAR VE İNİSİYASYON
- YAZININ BÖLÜMLERİ -
2- İKİNCİ DOĞUŞ3- ÖZÜ TANIMAK4- İNİSİYASYONUN GİZEMİ5- İNİSİYASYONDA UYGULAMA
GİRİŞ
  Evren ile Tanrı'yı bir ve aynı sayan öğretilerin ve inanç sistemlerinin genel adı PANTEİZM 'dir. Tanrı ile evreni bir, aynı ve özdeş kabul eden görüştür. Panteizm anlam olarak Tümtanrıcılık demektir. Panteizm'in temel ilkesine göre, evrende bulunan her şey tek bir Varlık'tan oluşmuştur. Gerçekte var olan bu tek varlıktır, tüm nesne ve canlılar onun çeşitli görünümleridir. Eski gizemci, Hermetik ve ezoterik toplulukların çoğunda Panteist ilkeler benimsenmiştir ve tüm öğretiler gibi dejenere edilmeden önce de pek çok insana yarar getirmiştir.
  Evreni algılayış biçimi olarak Panteizm, Hindu, Buda dinlerinde metafiziğin görünenin ardındaki tek gerçek olduğu geleneğine uygun bir anlayıştır. Felsefî bir tasarım olarak Panteizm ise, eski Yunan felsefesinde Plotinos (205-270), Rönesans'tan sonra Giordano Bruno (1548-1600) ve Spinoza (1632-1677) tarafından temsil edilmiştir. Düşünsel kökü Antik Çağ Yunan Stoacılığına dayanan Panteizmin ileri sürdüğü 
“Evrenin Ruhu Anlayışı”Hegelciliği veSpinozacılığı doğurmuştur.
 Yahudi mistisizmi Kabalacılık tümüyle panteisttir. Vahdet-i vücut anlayışı ile Tasavvuf 'ta da panteist olgu benimsenmiştir. Ezoterizmi, bu toplulukların dejenere olmayanlarını ve halen aydınlanma çalışmalarını sürdüren toplulukların işlevlerini yani inisiyasyonu daha iyi kavramak için Hermetizm ve Neoplatonizm  vePanteizm gibi temel öğretilerden mutlaka söz etmek gerekir ki aradaki bağlantılar kurulabilsin.
  
Ezoterizmi benimseyip uygulayan mistik, okült, teozofik ve ruhsal öğretilerle ilgilenen gruplar ve topluluklar, kendi öğretileri kapsamında çoğunlukla din, töre, bilim ve sanat gibi konuları bir bütün biçiminde işlerler. Öğretilerine göre akıl ve deney yoluyla ulaşılan bilgilerin ötesine geçmeye çalışarak,"sezgi/içe doğuş" yöntemi ile sağlanabilen bilgilere öncelik verirler ve bu öncelik ‘Gizli Öğreticiliğin’ de temeli olur. Ezoterik çalışmalar aslında inisiyasyona yönelik çalışmalar demektir. Bu çalışmalar insanları bazı ‘Hakikatlerle’karşılaştırmak, onlara kendilerini tanıtmak amacıyla yapılırlar. İnsanın Hakikati keşfetmesi için önce kendini keşfetmesi gerekir. İnisiyasyonun bütün amacı insanın kendi kendine sahip olmasıdır. Kaybetmiş olduğu kendini, şuurlu olarak, bu dünyada tekrar yakalayabilmesidir yani benliğin tekrar şuurlu olarak ele geçirilmesi… Kuşkusuz bunun için tek yolinisiyasyon olamaz. Pek çok başka  yol da vardır çünkü insanların ihtiyaçları farklı farklıdır. Sadece inisiyatikaktarımlarda ruhsal öğretmenle öğrencinin  vazgeçemeyecekleri  tek bir büyük hal vardır o da: ”Yüksek ruhsal enerjiyle temasa geçmek” halidir.
  Ezoterizmi benimseyen topluluklar, kendilerine özgü bir çalışma yöntemi ve öğretisi olan topluluklardır. Üyeleri olmayan kişileri çalışmalarına almadıkları gibi, gizli öğretilerini kendi üyelerinden başkalarına açmayan örgütlenmelerdir. Bir ezoterik topluluğun bu gizlilik özelliği, onun "gizli örgüt"olmasını gerektirmez. Ezoterik bir topluluğun ya da kurumun varlığı, amaçları, ilkeleri, üyelerinin kimler olduğu, çalışmalarının nerede yapıldığı, nasıl çalıştığı herkesçe bilinebilir. Ezoterik  ve gizemci bir topluluğun gizli olarak nitelendirilebilecek tek yönü, üyelerinin kendi aralarında yaptıkları inisiyatik bilgi çalışmalarının içeriğidir.
  İnsanın nereden gelip nereye gittiği,
 amacının ne olduğu, Tanrı, Evren, Ruh, Varoluş gibi temel konuların insan üzerindeki etkisini ve yararını; grubun gücü ve bilgiyi açma kapasitesi kadar kendi ölçülerine göre derinlemesine, meta/öte yanıyla incelerler. Tarihsel süreç içindeki diğer ezoterik bilgilerle karşılaştırmalar yaparak, dinler tarihi ve felsefe ile de ilgilenirler, insanın özüne, kim olduğuna nereden gelip, nereye gittiğine dair tüm verileri araştırırlar, incelerler. Her zaman her ezoterik grubun, o gruba has inisiyatik sırları vardır. İşte bilginin dejenere olmaması için tek paylaşmadıkları bilgi budur.
^^YUKARI^^
İkinci Doğuş
  Ezoterik İnisiyasyon uygulamalı bir çalışma biçimidir; "dışarıdaki""yabancı""harici""bigâne" kişinin"içeri" alınması, "mahrem" kılınması, ezoterik topluluğun "üyesi" durumuna getirilmesi, ezoterik bilginin ışığına kavuşması anlamına da gelir.
  
Ezoterik İnisiyasyon; bireyin,bir  aşamadan bir üst aşamaya geçişini ruhsal olarak gerçekleştirmeye yönelik bir süreçtir. Burada amaç, bir takım simgesel eylemler ve fiziksel edimler aracılığıyla, bireye yeni bir yaşama "doğmak" üzere, eski yaşamında "öldüğü" duygusunu verebilmektir. Bu nedenle, kimi ezoterik gruplarda inisiyasyona“İkinci Doğuş” adı da  verilir.
 İnisiyasyon yoluyla, kişi daha "yetkin" bir tinsel duruma girmekte, "üstün" bir evren anlayışına ulaşmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, inisiyasyon, en derin anlamıyla, bir çeşit "Üstün İnsana/tasavvufta İnsanı-ı Kamil” olarak adlandırılan insana yükseliştir. Temel işlevi, kişinin, dış yaşamındaki her türlü koşullu durumunun ötesine geçmesini  sağlamaktır. Böylesi bir "Yüceltme"eylemi, evrenin özündeki "Büyük İyiliğin/Hayrü-Ala’nın" bireyde belirmesi, tanrısallığın insanda tezahürü olgusunu varsayar. Bu varsayım temelini Panteist düşüncede bulmaktadır.
  Küçük Sırlar
  İnisiyasyon
 aşamaları bir mertebeler silsilesidir. Tam bir inisiyasyonda üç büyük aşama vardır; üyeye önce küçük sırlar gösterilir. Küçük sırlara ermiş kişilere Eski Mısır’da Mist adı verilirdi. Mister adı da köken olarak buradan gelmektedir. Küçük sırlar, Mist’lere kozmolojiyi yöneten ve ilk hali kuran oluş kanunlarını göstermeyi amaçlar. Bu aynı zamanda büyük sırlar için bir hazırlık devresi olmaktadır Bazen buna yolculuk ya da imtihanlar da denilen saflaşma çalışmaları da eklenir. Mist bu bilgileri alırken, bir yandan da kendisini arındırmaya ve saflaştırmaya çalışır. Saflaşmadan maksat hem ruhsal hem bedensel saflaşmadır. Eski Mısır inisiyasyonlarında yapılan ateş, su, şehvet, yemek sınavları bu derin anlamları içerirdi. Amaç bir çocuk gibi saflaşmadır. Böylece mistik bir arınma elde edilir. 
  Bu saflaşma bildiğimiz çocuk kadar saf olmak anlamına gelmez. Fevkalade bir temizlik hali ifade edilmektedir. O kişide herhangi bir ahenksizlik hüküm sürmüyorsa, gelen ruhsal tesiri nakledişi de mükemmel olur yani günlük yaşamındaki eylemleri de evren ahengiyle uyumlu ve mükemmeldir. Normal bir insanın tüm hallerini; ıstıraplarını, sevinçlerini, kederlerini yaşamasına rağmen bunların içinden sıyrılış süresi çok kısadır ve hemen kendi arınmış ruh haline geri dönebilmektedir. Ayrıca mükemmel ve sevgi dolu edimleriyle de diğer insanlara her zaman iyi bir örnek olmakta, onlarda da arınma isteği uyandırmaktadır.
  Büyük Sırlar
  Büyük sırlar aşamasında öğrenen kişi, gerçek spiritüel amaçlara, şekilsel olmayan üstün ruh hallerinin gerçekleştirmeye başlar ve uyanır. O artık bir uyanıktır, ikinci doğumunu yapmış ve dünyada yaşarken evrensel bilgileri kullanır ve yaşar hale gelmiştir. Ona bu dünyanın yıpratıcı etkilerinden kurtulması ve Nirvana ya yani aydınlanmaya ulaşması için gerçek spiritüel dersler öğretilir. Bu amaca inisiyatik topluluklar ve ezoterik tradisyonlar çeşitli isimler verirler. “Muhteşem Işık”, “Üstün Kimlik” gibi. Bu büyük sırların ikinci aşamasıdır. Bu aşamadan sonrainisiye adayı, beşeri yani insani yönünün alt seviyeli özelliklerinden sıyrılarak, “Aşkın İnsan”hüviyetini kazanır. Evrene dahil olan insan anlamına gelen aşkın insan, tasavvuftaki adıyla olgun insan, İnsan-ı Kamil  halini alır.
 Aşkın/müteal insan, tüm varlık tezahürlerini tek bir ilke ile isimlendirebilen ve isimlendirdiği bilgiyi de günlük yaşamda yaşayabilen kişi demektir. Bu olguyu daha iyi anlatmak için, “Her şey Tanrı’nın bir yansımasından ibarettir.” ifadesi kullanılır. Eflatun/Platon bu ifadeyi ilk kez çok net ifade eden bir filozoftur ama aslında ona filozof demek de pek yeterli değildir çünkü o Elözis  inisiyasyon okulunu kuran bir “Büyük İnisiyedir.
^^YUKARI^^
İnisiyasyonda özü tanıma
  Birey, inisiyasyon yoluyla, kendi içrekliğinde saklı olarak varolan özü canlandırmaktadır. Bu bir "iç gerçekleşme yani kendi özünü, aslını tanıma çalışmasıdır”. Bu nedenle, ezoterik inisiyasyon uygulanan kişinin, belirli bir takım özellik ve eğilimlere baştan sahip olması gereklidir.
  Hemen hemen her uygarlıkta kendine özgü bir inisiyasyon anlayışı vardır. İnisiyasyon asli olarak bir tür yola/tarik’e giriş anlamına gelir. Bir öğrenim yoludur. Nefsini tanımada ve terbiyede, aynı zamanda eşyayı tanımada, onun  kökenini bilmede ve anlamada gereken bilgileri elde edebilmek ve uygulamaları yapabilmek için bir yol ve bir gidiş tespitidir.
  İnisiyasyon'nun Batı dillerindeki karşılığı olan 
"initiationsözcüğü, Latince'deki "initiumsözcüğünden türemiştir. "Initié" ise aslında "yola koyulmuş, başlamış" demektir. Ezoterizmde en önemli kavram"İnisiyasyon" dur.
  Ezoterizm (Batıniyye, İçreklik), bilgilerin ve görgülerin kapalı bir topluluk içinde ve aşamalı olarak verildiği çalışma ve öğreti sistemidir. Asıl gerçeklerin anlayabilecek yetenek ve bilgide olan kişilere aktarılabileceği görüşü ezoterik sistemin özüdür.
  İnisiyasyona
 ruhsal bir tesirin nakledilişinde hazır olmak da diyebiliriz. Bu ruhsal tesirin kişiden kişiye, toplumdan topluma nakledilmesi gerekmektedir. Bu bir tür ruhsal zincir ağı kurmak gibidir. Zaten bütüninisiyatik çalışmaların özü, ruhsal tesirin bir taraftan alınıp, bir tarafa naklinden ibarettir ve nakil işlemini kolaylaştıracak bütün çalışmalar inisiyatik çalışmalardır.
  Sistemin üç önemli özelliği vardır;
 1) Öğretiyi alacak olanların özenle seçilmelerinden sonra, inisiyasyon yöntemi ile topluluğa kabul edilerek, yine aynı yöntemle ilerlemeleri
 2) Öğretilerin bir dereceler silsilesi içinde verilmesinin yanı sıra hiyerarşik yapı gözeten bir örgütlenmenin bulunması

 3) Öğretilerin kapsamında simge, alegori ve özdeyişlerin kullanılması.
  Ezoterik yaklaşımın özü; bireyin kendi kendini aydınlatamaması; bir disipline ve onu aydınlatacak bir grubun olması gerektiği olgusuna bağlıdır. Ezoterik öğretinin bu uygulamasına karşın mistisizm tasavvuf ve gizemciliğin; bazen işte bu noktada, ayrı görüşte olduğu durumlar ya da uygulamalar da olmuştur. Mistik kişi yani mutasavvıf, gizemci çoğu zaman elini eteğini dünyadan çekmiş bir "münzevi"dir, düzen ve denetimini tek başına kurar ve günlük yaşamın dışındadır. Gerçeğe bir anda "sezgi" yoluyla varır. Oysa,ezoterizmde, kişi ancak "inisiyasyona" dayalı (initiatique) bir grup, bir örgüt tarafından ışığa kavuşturulabilir. Ezoterik örgüt kişiye, öncelikle ruhsal bir etki aşılar, sonra bu etkinin üzerine bir "öğreti" kurmaya çalışır; bunu yaparken de belirli bir hiyerarşik yapıyı ve disiplini izler. Mistisizm'in bazen salt bireysel düzeyde kalabilmesine karşın, ezoterizm daima örgütsel bir yapıdadır. Aslına her iki uygulama da doğrudur. İçe doğuşlarla aydınlanma da mümkündür ama disiplin olmadan bu aydınlanma hali korunamaz. İster ezoterik bir grupla çalışılsın, ister bireysel uygulama yapılsın sonuç hiç fark etmez.
  Aydınlanmak, özüne ulaşmak isteyen kişi erdemli disiplinli ve çalışkan olmak zorundadır. İnisiyatikçalışmaya giren kimse önce kendinin en kaba yönlerinden, içgüdülerinden başlayarak; giderek en üstün şuur hallerine kadar uzanır ve İnsan-ı Kamil denen olgun ve evrimleşmiş, belirli bir seviyeye ulaşmış insan haline gelir. İnisiyasyonun özdeki amacı; inisiye olan kişiyi İnsan-ı Kamil haline getirmektir. Ve bunun olması için de muhakkak ruhsal bir etkinin bizden geçip başka bir yere gitmesi gerekir. Gelen etki ya da tesir bizde saklı kalır ve başkasına akmazsa inisiyatik bir öğreti alıyoruz diyemeyiz. Ancak incelmiş bir egoizm yaşıyoruz diyebiliriz.
^^YUKARI^^
İnisiyasyonun gizemi
  İnisiye olan kişi üzerinde oluşturulan ruhsal etki, esas olarak, inisiyasyon töreninin "haricilere aktarılamaz" olan temel niteliğidir. Aristoteles, Eleusis Gizemleri'nden söz ederken"öğrenmek yerine hissetmek" diyordu. İnisiyasyon sırasında da, aktarılan bir öğreti yoktur, yaşanan yoğun duygular vardır. Ama, bu duygular, ileride öğretinin serpileceği uygun zemini yaratmaktadır.
  Öyleyse 
"inisiyasyon" un gizemi, "dile getirilemez, sözcüklerle anlatılamaz" bir gizemdir; ancak ritüeller aracılığı ile yaşanır, çilesi çekilir, sevinci ve aydınlanma hali hissedilir. Gerçekten, tüm ritüelleri en ufak ayrıntısına kadar hariciler tarafından bilinse bile, ezoterik örgütlerin gizemleri tam olarak çözülemez ve çözülemeyecektir. Zira bu gizemler ancak kişisel olarak yaşandığı zaman duyumsanabilir. Asıl gizem “sizi size götürecek yolun uygulamalar aracılığı ile açılmasıdır.”

  Tüm ezoterik örgütlerde bulunan ve üstünkörü incelendiğinde anlamsız görünen ritüellerin, aslında, ister korkutucu, ister yadırgatıcı olsun, inisiye olan kişiler üzerinde bir tür psikanalitik tedavi etkisini andıran tinsel yankılanmaları vardır.
  Bu durumda, inisiyasyon yoluyla, birey kendi kendini "gerçekleştirmekte", yetkinleşme sürecine ilk adımı atmakta, kendi özünde saklı olanları kuramsaldan eylemsele yöneltmektedir. Üstelik bu durum bir kez kazanılınca, bir daha yitirilmeyen bir niteliktir. İnisiyasyon olgusu artık sürekli bir "durum"dur. İnisiyeye bir daha kapanmayacak bir kapı açılmıştır. İnisiye olmak bir daha geri alınamaz bir özelliktir.
  İnisiyasyon Törenleri   Ezoterik örgütlerde, İnisiyasyon Törenleri, bireyin benliğini etkilemeyi amaçlayan ve hem fizik, hem de tinsel birer"sınav" niteliği taşıyan deneyimlerdir. Aslında, inisiyasyon, ezoterik örgüt üyelerinin, haricilere açmamak konusunda yemin ettikleri bir "gizem" dir.
  Törenin, katılanların kişiliğine bağlı olmayan, kendiliğinden bir etkenliği vardır. Bu etkenlik törenin kendi özünden kaynaklanmakta olup, töreni yöneten ve düzenleyenlerin, ayrıca diğer katılımcıların kişiliğinden bağımsızdır. Töreni yöneten önemli değildir, önemli olan törenin işlevidir. 
  Etkin sonuçlara ulaşabilmek için, törenin ritüeline, en ufak ayrıntısına kadar uyulması gerekmektedir. Ancak, yine de, eğilimleri açısından yatkın olmayan kişilere uygulanan inisiyasyonun etkisiz kalması olasıdır.
^^YUKARI^^
İnisiyasyonda uygulama
  Töreni tamamlayan üstat bir birey olarak hareket edemez. O bir zincir halkasıdır. Kendini aşan bir tesirin, kuvvetin aktarıcısı durumundadır. Demek ki hem üstat hem de inisiye adayı  bakımından hiçbir şekilde bireysellik konusunun ortaya çıkmaması gerekir. İnisiyasyona alınacaklar için üç ana şart aranır;
 - Eksiksiz bir niteliğe sahip olacak üye. Bulunduğu ortamdaki  anlayışa uygun olmak şartıyla eksik niteliklere sahip olmamalıdır
 - 
Düzenli bir şekilde bilgileri ve tesirler kabul edebilme yani alıcılık yeteneği aranır ki bu yetenek daha sonra vericilik  yeteneğine dönüşecektir
 - 
Kendi iç benliğini gerçekleştirme gücü ve gelişmiş bir kişilik
  Ayrıca inisiye adayının ya da diğer adıyla yolcunun derin sezgileri olan duyarlı bir kişi olması gerekir. Hem kendindeki hazineden, hem doğadan, hem de gerektiğinde ruhsal dünyadan sezgi alabilmelidir. Bunlar gereklidir çünküinisiye gelecekte, akmakta olan spiritüel tesiri başka yönlere ve kişilere de yöneltebilmeli ve onların da aydınlanmalarına destek verebilmelidir. İnisiyasyona kabul edilmek için emredici 4 temel şart daha vardır;
 - Beden temizliği:  Beden temizliği denince sık sık banyo yapmak anlaşılmamalıdır. Beden temizliğini oluşturan asıl  unsun bedenin ruhsal ve fiziksel beslenmesindeki temizliktir. Kirlian metotlarıyla ortaya çıkan bedene ait tesirlerin doğru ve doğal beslenmeyle ahenkli bir hale getirilmesidir. Alkol, esrar, afyon gibi zehirler, aşırı ve karışık yemekler ve aşırı cinsel istek, doğal olmayan gıdalar bedeni kirletir.
 Duygusal asalet:  Duygusal asalet, insanlara karşı gerçekten insanca duygular içinde olmaktır. Şefkat, merhamet, onların onurunu kendi onuruymuş gibi korumak, duygu açısından diğerlerine karşı menfaat hesapları içinde bulunmamak gibi.
 Mantal zihin genişliği:  Bu genişlik inisiye adayı için çok şey ifade eder. Zeka gerektirir, aklın belirli biçimde bazı kurallara bağlı olarak çalışmasını gerektirir, çok iyi gözlem yeteneği ister. Birbirine bağlanarak giden bir mantık önemlidir. Çevremizde olup bitenleri belirli ve kaba açılardan görmek değil, daha süptil ve çok değişik açılardan da görmek mahareti ve insanlara karşı hoşgörü de mutlaka olmalıdır.
 Spiritüel yükseklik:  Belli bir derecede  olgun bir varlık olma özelliğidir. Yeteneksiz insan inisiye edilemez. Bu nedenle halka özgün inisiyasyonlar vardır. Halk masalları da bunlardan biridir. Özel sihirli kılıçlar, hayat suyu, kafdağının ardındaki kase gibi semboller halk için düşünülmüştür.
  Günümüz modern inisiyasyonlarında ise törenlere ve ritüellere pek gerek yoktur. Tarihsel süreçte  tören ve ritüellerde büyük sapmalar ve dejenerasyonlar yaşanmıştır. Bugünün ezoterik yolcusu için en güzel tören yaşamın kendisidir. Ve gayretli bir insan kendi yolunu açabilir. Çünkü artık inisiyatik sır olarak kabul edilen eskinin  tüm bilgilerine her istediği zaman ulaşabilme gücü vardır. Bir tören dikkatinde, kendini keşfediş serüveni gibi yaşanan yaşam en iyi okuldur. Disiplin, kendine saygı ve  her gün kendini aşma gayreti içinde olmak;  aydınlanma basamaklarını her gün tek tek çıkmak anlamına gelir.
  Gizemci aradığı ışığa, bilgiye bir anda sezgiyle ulaşabilir. Buna karşılık, inisiye olmuş kişi, bilgiyi ancak, zamanla ve bir takım aşamalardan sırasıyla geçerek elde eder. Bu nedenle, inisiyasyon yolu, uzun, çileli, aktif katılım gerektiren bir yoldur. Bunun sonucu olarak, inisiyasyonu temel alan tüm ezoterik örgütlerde, hiyerarşik bir yapı oluşmuştur. İnisiyasyonun çeşitli aşamaları, üyelerin ulaştığı varsayılan çeşitli yetkinlik düzeyleri, bir takım "derece"lerle, "rütbe" lerle belirlenmiştir.
  Hiyerarşinin gereği olarak, her ezoterik örgütlenmede, üyelerin seçilmesine, törelerin gözetilmesine, geleneklerin sürdürülmesine egemen olan, çoğunlukla oldukça karmaşık ve ayrıntılı bir organizasyon bulunur. Aynı şekilde, ritüellerin izlenmesinde de, yine hiyerarşik yapının gereği olarak, disipline sıkı sıkıya uyulur.Bu  sıkı disiplin inisiyenin gelecekte yer alacağı tüm alanlarda çok başarılı olmasının tek sırrıdır. Kendine sahip olamayanın bazı evrensel  sırlara sahip olması pek mümkün olmadığı düşünülür.
  İnisiyasyonun gizemi uygulamada saklıdır. İnisiye adayı iken, inisiye olurken ve olduktan sonra süregelecek uygulamalardan hoşlanmayanların, disipline olamayanların , kaşif ve araştırmacı ruhu taşımayanların, yeterince cesur ve dürüst olmayanların, ne kadar zor olursa olsun doğru yolda yürümekten korkmayanların yolu değildir, inisiyatik yol ezoterizm yolu ve bu yolun gizemleri kendini tanımaktan ve aşmaktan korkmayan  cesur insanların yoludur ve o  yol, gizemlerini ancak böylelerine açar.
Sonuç olarak; ezoterik inisiyasyon;  kişinin önceden belirlenen eğilimleri ve özellikleri üzerine yapılandırılan, belirli bir ruhsal etki yaratarak, kişinin bilinçaltına yönelen, bireyin kendisinin uygulayarak tamamlaması gereken "saklı özün gerçekleştirilmesi" çabasından oluşan üçlü bir süreçtir.

KAYNAK: http://www.astroset.com/bireysel_gelisim/ezoterizm/inisiyasyon.htm ALINTIDIR.
^^YUKARI^^
KAYNAKÇA:
Felsefe Ansiklopedisi, Cemil Sena Ongun, İstanbul, 1982
Felsefe Sözlüğü, Orhan Hançerlioğlu, İstanbul,1982
Tasavvuf Tarihi, Cavit Sunar, Ankara Üni. İlahiyat Fakül. Yayın. 1975
Dünya İnançları Sözlüğü, Orhan Hançerlioğlu, Remzi Yayın.İstanbul,1993
Tasavvuf Felsefesi, Cavit Sunar, Ankara Üni. İlahiyat Fakül. Yayın. 1975
Din Felsefesi, Mehmet Aydın, Dokuz Eylül üni.Yayınl. İzmir, 1990
Tarikatlar-Mezhepler Tarihi, İsmet Zeki Eyuboğlu, Geçit Kitabevi, İstanbul  1987
Tasavvufun Boyutları, Annemarie Schimmel, Adam Yayın.İstanbul,1982
Okültizm-Ezoterizm-Teozofi Ansiklopedisi, Dharma Yayın.İstanbul,2001
Gizli Öğreticilik , Ergün Arıkdal,Ruh ve Madde Yayınları , İstanbul , 1997
Ezoterik-Batıni Doktrinler Tarihi , Cihangir  Gener, Gece Kitapları , Ankara , 1994
Okültizm , Tarih Boyunca Gizli Bilimler, Reşat Güner,Ege Meta Yayınları, İzmir,1996
İlkçağ Gizem Tapıları, Walter Burkert, İmge Kitabevi, Ankara, 1999
Sane Occultism , Dion Fortune, The Aquarian Press, London ,1967
Survey of Metaphysics and Esoterism , Frithjof Schuon, World Wisdom Books , Indiana , 1986
Gizli örgütler, Atilla Tokatlı, Hürriyet Yayınları,1979
Gizli Cemiyetler, Serge Hutin, Anıl Yayın, İstanbul,1965
Gizli Kadın Cemiyetleri, Marianne Monestier, Yeni Savaş Matb,1966
 
© Astroset 2004-2010

4 Ağustos 2013 Pazar

FUSUS'ÜL HİKEM:HİKMETLERİN ÖZÜ/ MUHİDDİN-İ ARABİ

İslam bilgini ve düşünürü Muhiddin Arabi’nin, Fusus ül-Hikem adlı kitabı gizemli kitapların içerisinde yer alıyor. Arabi, Allah’ı ve peygamberleri anlatan bu kitabının, Hz. Muhammed tarafından yazdırıldığını belirtiyor. Araştırmacı ve yorumcu Şevket Pekel, Fusus ül-Hikem’i inceledi.
İSLAM BİLGİNLERİNİN en önemlilerinden biri olan Muhiddin Arabi’nin asıl adı, Ebu-bekir Muhyiddin Bin Ali’dir. İslami felsefeye alışılmışın dışında bir yorum getiren Muhiddin Arabi, 1165 yılında İspanya’nın Murciya kentinde doğdu. O dönemde, Murciya önemli kültür merkezlerinden biriydi. Muhiddin Arabi, ilk eğitimini burada aldı. Hocaları tarafından üstün öğrenci olarak nitelendirildiği için, eğitimini geliştirmesi amacıyla Endülüs’teki Kurtuba kentine gönderildi. Babası ile beraber Kurtuba’ya gelen Arabi, ünlü İslam düşünürü İbni Rüşd’ün talebesi oldu.
İbni Rüşd’ün bilgilerinden çok yararlanan Muhiddin Arabi, bu ünlü bilgini derinlemesine etkiledi ve kısa bir zaman sonra öğrenimini tamamlayarak oradan ayrıldı. İbni Rüşd onun için şöyle diyordu: “Ancak kitaplarda rastlanabilecek düzeyde, şimdiye kadar hiç karşılaşmadığım biri.” Sonra ekliyordu:“Benim okuyarak elde ettiğim ilmi, o görünür halde şekillendirerek elde etti. Bende henüz düşünce halinde olanları ise, ona söylemeden, bana kendi düşünceleri olarak açıkladı.”
“Rüyamda peygamberi gördüm”
Muhiddin Arabi, yazdığı kitaplarda olağan*üstü bilgiler verirken, birçok peygamber ve veli ile de görüştüğünü belirtir. Verdiği bilgilere göre bu görüşmeler üç şekilde gerçekleşmiştir:
a) Rüyada görerek,
b) Onları dünyaya davet ederek,
c) Bedenini terk edip, onların bulunduğu yere ulaşarak.
Arabi, 500′den fazla kitap yazdı. Bunların içerisinde en ünlüleri Fütuhatı Mekkiye ve Fusus ül-Hikem’dir. Fusus, onun tüm çalışmaları içerisinde en değerlisi olarak kabul edilir. Kitabın adı, her bölümün başlığından gelir ve “hikmetlerin özü” anlamındadır.
Muhiddin Arabi, Fusus’u yazma nedenini şöyle açıklıyor: “627 Hicret yılı, Muharrem ayının son günlerinde, Şam’da iken. Tanrının peygamberi Hz. Muhammed’i gerçek bir rüya anlamında gördüm. Elinde bir kitap tutuyordu. Bana dedi ki, bu Fusus ül-Hikem kitabıdır. Bunun al ve halka açıkla ve bu bilgilerden herkes yararlansın.” 27 bölümden oluşan bir kitap olan Fusus ül-Hikem’in her bölümünde bir peygamberin kişiliği ve görevlerinin özelliği anlatılır.
“Allah, başlangıcı olmayandır”
Fusus ül-Hikem, anlaşılması oldukça zor ve birçok araştırmacıyı uzun zamandır uğraştıran bir kitap. Muhiddin Arabi, peygamberlerle ilgili görüşlerini dile getirirken, kitabının bir bölümünü Allah kavramı üzerine ayırmış. Onun Allah düşüncesine olan yaklaşımı, farklılığı ve daha da önemlisi cesurca görüşler getirmesi bakımından dikkat çekiyor. Arabi, Fusus’ta Allah’ı şöyle tanımlar:
“Tanrı, tektir ve eşsizdir,
Her şey O’ndandır, her şey O’nundur ve her şey O’dur,
O, hiçbir şeye muhtaç olmayandır,
Allah, ‘bir’ tanımlamasıyla bile sınırlandırılamayandır.
Biz, Allah hakkında, kayıtsız, şartsız (salt) bilim ve hayat sahibidir deriz.
Buna göre, Allah diri ve bilgindir ve biz Hakk’ın ilmi hakkında, O, başlangıcı olmayandır, deriz.”
Muhiddin Arabi, Allah’ın öncesi ve sonrası ile ilgili düşüncelerini, güçlü bir biçimde ortaya koyar ve şöyle der: “O, evvel (ilk, başlangıç) olmakla beraber bir başlangıca bağlanamaz. İşte, bu nedenle, O’nun hakkında ‘ahir’ (son) tanımı kullanıldı. Başlangıç ve sonun aynı varlıkta olması, varlığın tekliğini gerektirir. Yani, O’ndan başka bir varlığın olmadığını düşündürür. Çünkü bir şeye evvel veya son diyebilmek için ondan başka bir şeyin daha olması gerekir. Ancak, o zaman, o şeyin evvel ve son olduğu söylenebilir. Öyleyse, O’nu başlangıç veya sondur, diye sınırlandıramayız.” Böylece, Muhiddin Arabi, Allah kavramının sonsuzluğu hakkında bir fikir vermiş olur.
“O’nun İçin bilinmeyen yoktur”
Muhiddin Arabi, Allah’ın bütünlüğünü ve O’ nun idrak edilebilmesini, objektif bir biçimde ortaya koyarken, O’nun ulaşılmazlığını da açıkça ortaya koyar:
“Bil ki, Allah denilen varlık, kendisi bakımından tek ve eşsizdir, isim ve sıfatları (kudret ve imkânları), bakımından O bir ‘kül’, yani topluluktur veya bütündür. Her yaratılanın ancak kendisine göre bir Rabbi, yani Tanrı’sı vardır. Bu nedenle, Allah’m yaratılana göre bir bütün olması mümkün değildir. Bununla beraber, hiçbir varlık için de, öncesizlik, yani başlangıçsızlık yoktur. O, yani başlangıcı olmayan varlık, parçalanmayı, bölünmeyi kabul etmez. O’nun eşsiz birliği, kendisinde düşünce halinde var olan tüm kudret ve imkânların toplamı demektir. Demek ki, her varlık, kendisinin sahip olduğu değer kadar, yani ulaştığı anlayış, kavrayış ve bilinç kadar O’nu idrak edebilir.”
Arabi’ye göre, insanın Allah’ı tam olarak idrak edebilmesi hiçbir zaman mümkün değildir. Bunu da şöyle belirtir: “Hiçbir varlık, elde ettiği değerle, O’nun eşsiz birliğini eksiksiz ve mükemmel olarak kendi varlığında bulamaz ve O’na ulaşamaz. Bu mümkün değildir. Böyle olmasaydı, her bilinç sahibi varlık için hem kendisinin (mikrokozmos), hem de evrenin (makrokozmos) hiçbir gizliliği, bilinmeyenliği kalmaz. Yalnız, O’nun için gizlilik ve bilinmeyen yoktur. Geri kalan her varlık için, çeşitli düzeylerde gizlilikler ve bilinmeyenler vardır.”
“Hiçbir varlık Allah’ı idrak edemez. Bu, tam olarak mümkün olsaydı, insan hem kendisinin (mikrokozmos), hem de evrenin (makrokozmos) bütün gizemini ve bilinmeyenini öğrenirdi
Fusus ül-Hikem’in birçok yerinde rastlanan örnekleme yöntemi bu noktada da ortaya çıkar ve Arabi devam eder: “Düzgün bir ayna karşısında, insanın görünen şekli, bakan kimsenin şeklinden başka bir şey değildir. Bazen, ayna yüzeyi pürüzlü veya eğimli olabilir; o zaman, bakan kişi kendisini olduğundan çok daha değişik görebilir. Yani, çok uzun veya çok şişman gibi… Aslında, aynaya bakanda bir değişiklik yoktur ama görüntüyü sağlayan araç, yani ayna, ona farklı bir görünüm verir. Evrende, birbirinin aynı değerinde olan iki varlık yoktur. Çünkü, her varlık O’nu kendi değerine uygun olarak belirtir. Cam kandil içindeki ışık, bakan kimseye kandil camının rengiyle görünür. Oysa, gerçekte kandil ışığının rengi yoktur. Bunu bilmeyen veya anlamayan ışığın renksizliğini inkâr eder.”
“Allah, yaradılıştan önce neredeydi?”
Fusus ül-Hikem’in en ilginç bölümlerinden birisi, Allah’ın yaradılıştan önce nerede olduğunun anlatılmasıdır. Bu bölümde, Arabi, düşüncelerini coşkuyla iletirken, ortaya gizemli bir deyim atıyor:“Allah, tüm varolanları yaratmadan önce, ‘Ama’daydı. Sonra, arş, yani âlem üzerine yayıldı.” ‘Ama’ sözü, tasavvur edilmesi, düşünülmesi, idrak edilmesi mümkün olmayan, belirsizlik ya da kesin bir bilinmezlik halidir. Arş ise, O’nun yoktan var ettiği ve onlar üzerinde var olan kesin eg*menliğinin ifadesidir. Burada önemli olan, “yok” deyiminin kavranabilmesidir.
Nasıl bir kör, hiç görmediği, kendisine anlatılmayan, dokunarak dahi varlığını hayal edemediği, kıyaslama yapamadığı bir olguyu canlandıramaz, düşünemez, anlayamaz ve anlatamazsa; “yok” kavramı da hayal edilmeyen, belirlenemeyen, bilinmeyen olarak kabul edilmelidir. Sözlük anlamı olarak, yok, var olan veya var olmuş bir şeyin karşıtıdır. Bu bize, varlığını bilemediğimiz bir şeyi benzetme, karşılaştırma yoluyla belirlemeye çalışmamızı getirir. Oysa, “ama” sözcüğünden anlaşılan, sözlük anlamından anlaşılan değildir.
“Âlem: Allah’ın gölgesi”
Bir diğer bölümde, Muhiddin Arabi’nin âlem, insan ve ölüm hakkındaki düşüncelerini bulu*yoruz. Arabi, tüm yaklaşımlarında dogmatizmi reddetmiş ve fanatik düşünce biçiminin üzerine çıkmaya çalışmıştır:
“Alem, Allah’ın belirmesidir. O, âlemin ruhu olup, sevk ve idare eder. Evrenin tümü O’dur, O, benim ve O’nun varlığı ile ayakta duran tek varlıktır. Alemin başka gerçek bir varlığı yoktur. Alem, O’ndan ayrı bir varlık değildir. Görmez misin ki, gölge sahibinden çıkmış ve ona bitişik olduğu halde, sahibinden görünüşte ayrılması imkânsızdır. Nasıl insanın gölgesi, ancak gölgenin düştüğü yer aracılığı ile görünüyorsa, Alem de, Allah’ın gölgesinin üzerine düştüğü madde aracılığı ile idrak edilir, bilinir.”
Kur’an-ı Kerim’de, “Her şey beni zikreder ama siz anlayamazsınız” denilir. Bu ayeti anlamak, ancak maddenin, var olan her şey hakkında bilgilenme yönünde ve evrimimizde aracı olarak kullanılmasıyla mümkün olabilir.
“Ölüm: Yeni bir âlemin başlangıcı”
Fusus ül-Hikem, insanoğlunun en korkulu düşmam olan ölümü, bir geçiş, bir köprü ola*rak tanımlar. Arabi’ye göre ölüm, düşünüldüğü gibi değildir: “İnsanı, Allah’ın ölümle yok etmesi, yıkması, O’nun koruduğu şeyi yok etmesi, ortadan kaldırması demek değildir. Ölüm bir çözülmedir. Ölüm, insanın manevi benliğinin, Hak t tarafından kendisine çekilmesidir. Çünkü, her şey O’na döner. O, insanı kendi âlemine aldığı zaman ona, terk ettiği madde dünyasındaki oluşumundan ayrı bir olu*şum ve düzen verir. O âleme ait olan ve o âlemin madde cinsinden olan bu yeni oluşum, bulunduğu âleme uygunluk göstereceği için ebediyen dağılmaz ve çözülmek bilmez. Eğer, ölü veya ölen kişi, öldüğü veya öldürüldüğü anda yeni bir yaşama kavuşmasaydı, Allah, kimsenin ölümüne karar vermez ve ölümünü mümkün kılmazdı. Bunların tümü, O’nun elindedir. Öyleyse, ölen kişi için kaybolmak asla yoktur’.’ Muhiddin Arabi, bu bölümde ölümü sade bir dille, açık bir biçimde anlatmaya çalışıyor. Görüldüğü kadarıyla, özellikle bir nokta dikkat çekiyor. Ölümden sonra bir yaşam vardır, ölüm bitiş değildir. Ölümlü bu dünya terk edildikten sonra, gidilen yerin özelliğine uygun bir yapı oluşur.
Muhiddin Arabi’ye göre İnsan, ölümden sonra, başka bir âlemde, o âleme uygun bir madde cinsinden yeni bir oluşum ve düzen kazanır. Bu nedenle, ölüm asla bir yok oluş değildir
İnsan bedeni, Muhiddin Arabi’ye göre, dünyaya ait, ölümle çözülen, dünyada kalan bir bileşkedir. Asıl yaşam sahibi ya da yaşam gücü, bedene can veren ve bedeni vasıta olarak kullanan ruhtur. Ruh, bulunduğu yerin özelliğine göre, özel formlar oluşturur. Bu onun yeteneğidir.
Kur’an-ı Kerim’de, her şeyin O’nu zikretmesi demek, var edilen hiçbir şeyin hareketsiz ve cansız kalmadığı demektir. Öyleyse, ölümden sonra, bazılarının dediği gibi, hareketsiz, beklemede kalınan bir yer ve zaman aralığı yoktur. Olmaması gerekir.

Şeyhül Ekber (en büyük veli) Muhiddin Arabi. 1165 yılında İspanya’da Murciya’ da doğdu, 1240 yılında Şam’ da öldü. Yazdığı kitaplarda, geleceğe dönük kehanetlerde de bulunduğu söyleniyor. Bazı iddialara göre, Fransız astrolog Nostradamus, kehanetlerini yazarken, Arabi’den esinlenmiştir
Gelecekte daha çok anlaşılacak
Fusus ül-Hikem’in gizemini çözmek için, uzmanlar araştırmalarını sürdürüyorlar. Aslında, Arabi’nin birçok yaklaşımı, şaşılacak derecede günümüzde ortaya atılan ölüm sonrası yaşam teorilerine uyuyor. Zaman içinde yapılacak çalışmalar sonucunda, bu gizemli kitabın, birçok bilinmeyeni açık bir biçimde ortaya koyacağı belirtiliyor.
Kaynak:
Bilinmeyen, Sayı:55 (Tarama)