9 Ocak 2012 Pazartesi

Köylü milletin efendisidir! (Gerçek üretici olursa)




Türkiye’nin sahibi ve efendisi kimdir? Bunun cevabını derhal birlikte verelim: Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi , gerçek üretici olan köylüdür. O halde, herkesten çok refah, saadet ve servete layık olan köylüdür. Binaenaleyh, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin iktisadi siyaseti, bu temel hedefi gerçekleştirmektir.
Efendiler! Diyebilirim ki bugünkü felaket ve sefaletin tek nedeni bu gerçeğin gafili bulunmuş olmamızdır. Filhakika; yedi asırdan beri dünyanın çeşitli bölgelerine sevk ederek, kanlarını akıttığımız, kemiklerini topraklarında bıraktığımız ve yedi asırdan beri emeklerini ellerinden alıp israf eylediğimiz ve buna mukabil daima horlayarak karşılık verdiğimiz ve bunca fedakarlık ve ihsanlarına karşı nankörlük, küstahlık, zorbalıkla uşak derecesine indirmek istediğimiz bu asli sahibin huzurunda bugün büyük utanç ve saygı ile gerçek duruşumuzu alalım. Efendiler! Milletimiz çiftçidir. Milletin çiftçilikteki mesaisini çağdaş iktisadi tedbirler ile azami ölçüye ulaştırmalıyız. Köylünün mesaisinin sonuçlarını ve faydalarını kendi menfaati lehine azami ölçüye vardırmak iktisadi siyasetimizin esas ruhudur. Binaenaleyh; bir taraftan çiftçinin mesaisini artıracak ve verimli kılacak malumat, vesait ve teknolojinin kullanımı ve diğer taraftan onun mesaisinin sonuçlarından azami istifadesini temin eyleyecek iktisadi tedbirlerin alınmasına çalışmak lazımdır. Şimdiye kadar mevcut olan yolsuzluk, çağdaş nakliye araçlarının yokluğu, mübadele usullerinin çiftçi aleyhine olması ve hükümet kanunlarının çiftçiyi koruyamaması gibi engellerin kaldırılması lazımdır. Bu noktada bilhassa tarım ürünlerimizi benzer ecnebi ürünlere karşı korumaya engel olmakla milletimizi bugünkü iktisadi sefalete mahkum eden mülga(kaldırılan) kapitülasyonların acıklı durumunu hatırlatmadan geçemem. Malumunuzdur ki, memleketimiz iktisadi teşkilat ve muhit itibariyle kuvvetli bir halde bulunmuyordu. Özel iktisadi sermaye de serbest rekabete dayanabilecek dereceye erişememişti. Tanzimatın açtığı serbest ticaret devri Avrupa rekabetine karşı kendini koruyamayan iktisadiyatımızı bir de iktisadi kapitülasyon zinciriyle bağladı. Teşkilat ve özel sermaye açısından iktisat sahasında bizden çok kuvvetli olanlar memleketimizde, bir de fazla olarak, imtiyazlı mevkide bulunuyorlardı. Temettü (kar) vergisi vermiyorlardı. Gümrüklerimizi ellerinde tutuyorlardı. İstedikleri zaman istedikleri eşyayı, istedikleri şeriat tahtında memleketimize sokuyorlardı. Bütün iktisat alanlarımızda bu sayede mutlak hakim olmuşlardı.
Efendiler! Bize karşı yapılan rekabet hakikaten çok gayrimeşru, hakikaten çok kahir(zorlayıcı, yok edici) idi. Rakiplerimiz bu suretle gelişmeye müsait sanayiimizi de mahvettiler. Tarımımızı de zarara uğrattılar, yıktılar. İktisadi ve mali gelişmemizin ve ilerlememizin önüne geçtiler.
Efendiler! Artık serbest ve müstakil bir hayata atılan Türkiye için, iktisadi hayatı boğmakta olan kapitülasyonlar mevcut değildir. Ve olamaz. İktisadi hayatımızın belirlenmiş hedeflere yönelmesi ve süratle ilerleme ve gelişmesi için kabul edilecek tedbirler arasında memleketimizde Avrupa rekabeti yüzünden mahvedilmiş ve şimdiye kadar ihmal edilegelmiş tarımsal sanayiimizi geliştirme ve çağdaş iktisadi araçlarla ile teçhiz etmeyi öncelikli olarak ele alacağız. Gerek ziraat ve gerek memleketin servet ve sağlık açısından önemi tartışmasız olan ormanlarımızı da çağdaş tedbirler ile güzelleştirmek, genişletmek ve en yüksek verimi elde etmek esas ilkelerimizdendir. İktisadi siyasetimizin önemli amaçlarından biri de genel çıkarları doğrudan doğruya alakadar olacak kurumlar ve iktisadi teşebbüsleri mali gücümüz ve fenniyemizin müsaadesi ölçüsünde devletleştirmedir.
...
Mali kuvvetimiz bugüne kadar olduğu gibi, dışarıdan borç almaksızın, fakirane olmakla beraber memleketi idare edecek ve hedeflerine ulaşacaktır.
Efendiler! Bugünkü kutsal savaşımızın amacı tam bağımsızlıktır. Tam bağımsızlık ise ancak mali bağımsızlık ile mümkündür. Bir devletin maliyesi bağımsızlıktan mahrum olunca o devletin bütün hayati alanlarında bağımsızlık felçlidir. Çünkü her devlet ancak mali kuvvetle yaşar. Mali bağımsızlığın korunması için ilk şart, bütçenin iktisadi bünye ile denk ve birbirine uygun olmasıdır. Binaenaleyh; devlet yapısını yaşatmak için dışarıya müracaat etmeksizin memleketin gelir kaynaklarıyla idare temini, çare ve tedbirlerini bulmak lazım ve mümkündür.
TBMM Üçüncü Toplanma Yılı Açış Konuşmasından
(1 Mart 1922)

5 Ocak 2012 Perşembe

Astek Kristalleri


Astek Kristalleri
Astek ve Maya Uygarlıkları çok ileri bir uygarlıktı. Saf enerjiyi açığa çıkarmak ve yansıtmak için kristalleri kullanıyorlardı. Maya uygarlığına ait 13 adet kafatası da bugün insanları hayrete düşürüyor. Zira bu kafataslarında sanki yaşayan bir enerji var ve bu yoğun enerjinin var olduğu veya ne amaca hizmet ettiği henüz kanıtlanamadı. Bilinen tek şey ise, bu kristallere uygulanan ışık enerjisinin kristallere yansıyarak açığa çıkan enerjinin tek bir noktadan ilerlediği ve yayıldığı. Bu kristal kafa taslarında mevcut olan enerjiyi incelemek için HB firmasını harekete geçmiş bile ve üzerinde çalışmalar yapmaya başlamış. Bakalım neler bulacaklar...
İleriki zamanlarda IBM firması kristal enerjisi ile çalışan ve sonsuz depolama gücüne sahip olan bilgisayarlar yaparsa şaşırmayın. Kristal Hard Disklerde bulunan datalar sonsuza kadar kalıyor ve hiç silinmiyor. Bu bir keşif olursa o zaman gelecekte artık bilgi saklamak için Astek Uygarlığı gibi kristal enerjisini kullanmaya başlayacağız ve Mikro Dalga sistemleri ile kristalleri bir araya getirebilirsek ilerde uzaya seyahat eden Ufo larımız bile olacağı kanısındayım.

İnsan yeni bilgilere ve buluşlara daima açık olması gerek. Bunun için ise, ileriyi düşünmek ve görme gücü lazım.
Meksika ve Orta Amerika’da bulunan kristal kafatasları en anlaşılmaz sanat eserlerinden biridir. Maya ve Aztek kalıntılarında bulunan bu kafatasları, bazı ufologlar tarafından dünyadışı ziyaretçilerle ilişkilendiriliyor.
En tanınmış kristal kafatası, 1927’de Mitchell – Hedges tarafından Belize’de Maya kalıntılarında bulunmuştur. Bir kafatasında, alttan bakıldığında, bir uzay gemisi kristalin içinde görülebiliyormuş. Bazı müzik ve rekler hatta bir ufoya ait hologram görüntüler bu kafatasından saçılabilir.
Kafatasları birbirinden farklıdır. Gerek yapıldıkları zaman, gerekse kafatası şekli sebebiyle farklıdırlar. Ametist kafatası ünlüdür. Koyu mor renkli ametistten yapılmıştır. Bu kafatası uzun bir beyin boşluğuna sahiptir ve günümüz çizimleriyle uzaylı bir tür olan “grilere ” benzemektedir.
Kristal kafatasları hakkında bir çok teori vardır. Bir teoriye göre, bunların anlamı ancak bütün kafatasları bulunduğunda ortaya çıkacak.
Bu kafatasları söz konusu olunca eski Kızılderili ve Maya efsaneleri şaşırtıcı bir benzerlik gösterir. Geleneklere göre, 13 gerçek kristal kafatası vardır. Bunlar dünyaya, dünyadışı ziyaretçiler tarafından getirilmişlerdir. Bu eserler, insanlık hakkında önemli bilgiler içermektedirler. Hatta söylentilere göre bazı kafatasları “konuşabilmektedir”. Bu iki kültürün diğer bir ortak yanı ise, kristal kafataslarının mesajının anlaşılacağı tarih: 2012 YILI.
Michell – Hedges kafatası Hewlett – Packard şirketinin bilim adamları tarafından incelendiğinde, yaşı hakkında bir sonuca ulaşılamadı. Ancak elektriksel alanın artmasına yol açtığı anlaşılmıştır. Dikkati çeken diğer bir şeyde, bugünkü bilgisayar teknolojisinin geliştirilmesinde kristal araştırmalarının rolü olduğudur. Bazılarının düşündüğüne göre bu kafatasları, dünya dışı bir uygarlık tarafından dünyaya getirilmiş ve içine, bugün henüz çözemediğimiz şifrelenmiş bilgiler koymuşlardır.
Bir çok medyum, bu kristal kafataslarıyla deneyler yaptılar ve tarif edemedikleri bir güç hissettiklerini söylediler. Diğer bazı kişilere göre, bu kafataslarının birinin sahibi Joke Van Dieton, bunu iyileştirme amacına yönelik kullandı ve iddia ettiğine göre beynindeki tümör iyileşmiş.
Bazıları bu kafataslarının iyi karakterlerinden o kadarda emin değiller. Adrian G. Gilbert ve Maurice M. Cotterell, kitaplarında, Mitchell – Hedges kafatasının Maya rahipleri tarafından insanları yakmak için “yakma camı” olarak kullanıldığını düşünüyorlar. Başka Maya efsanelerine göre kafatası ölümü simgeliyordu.
Yapılan bilimsel bir analize göre Mitchell-Hedges kafatasının, o günkü ilkel teknoloji kullanılarak zımpara ile bu hale getirilebilmesi için, bir kişinin durmadan 300 yıl bu kristal parçasını zımparalaması gerekiyordu. Sonuç olarak, Maya dönemine ait 1000 yıllık bu kristal kuru kafa, tek bir blok kristal üzerine oyma olarak yapılmış. Nasıl yapıldığı hala anlaşılamayan kuru kafanın altından tutulan ışık, doğrudan göz çukurundan yansıyor. Bu teknolojinin bugün bile mümkün olmadığı söyleniyor.

2 Ocak 2012 Pazartesi

ŞALGAM

*Vitamin açısından zengin olduğu için hastalıklara yönelik koruma sağlar.
*Zindelik verir.
*Taş ve kum döktürür.
*Kanseri önler.
*Bronşları boşaltır.
*İdrar söktürücüdür.
*İştah açıcı özelliği şalgam yararlarındandır.
*Stres gidericidir.
*Boğaz iltihabı için yararlıdır.
*Bağırsakları çalıştırıcı etkisiyle kabızlığı önler.
*Sindirimi kolaylaştırıcı özelliği şalgamın yararları arasındadır.
*Mide ağrıları için yararlıdır.
*Bağışıklığı güçlendirir.
*Gripe karşı korunma sağlar.
*Çinli bilim adamları şalgamın SARS hastalığına yönelik direnç oluşturduğunu belirtiyorlar.
*Vücudu toksinlerden temizleyici etkisi bir diğer şalgam faydası olarak belirtilebilir.
*Şeker hastalarına doktorlar tarafından özellikle öneriliyor.

Tabi bir de şalgam suyu var:

*Şalgamın mayalanması sırasında içindeki kolesterol ve şeker sıfırlanır.
*A vitamini, B grubu vitaminler, C vitamini, magnezyum ve potasyum gibi mineraller içerir.
*Şalgam suyu alırken cam şişede olanlar tercih edilmeli.

Şalgamın Besin Değeri: 100 gr. taze şalgamın içerdiği önemli besin değerleri şunlardır: 23 kalori; 0,8 gr. protein; 4,9 gr. karbonhidrat; 0 kolesterol; 0,2 gr. yağ; 0.9 gr. lif: 24 mgr. fosfor; 35 mgr. kalsiyum; 0,4 mgr. demir; 34 mgr. sodyum; 188 mgr. potasyum: 20 mgr. magnezyum; eser miktarda A vitamini; 0,04 mgr. B1 vitamini; 0,05 mgr. B2 vitamini; 0,3 mgr. B3 vitamini ve 22 mgr. C vitamini.

Hiçbir ressam can sıkıntısından ölmedi…


Elizabeth Lunday’in Büyük Sanatçıların Gizli Hayatları adlı kitabını okuduktan sonra resim sanatına farklı gözle bakmaya başlayacaksınız. Hatta hiçbir müze gezisi sizin için durağan ve sıkıcı olmayacak. Lunday’e göre hiçbir ressam can sıkıntısından ölmedi. Zira hepsi de büyük sanatın doğduğu yerde, kaosun kıyısında yaşamıştı…




Çiçek görüntüsü altında devasa vajinalar çizen Georgia O’Keeffe resim yapmak için tuvalin başına geçmeden önce çırılçıplak soyunurmuş. Bu yüzden eve gelen konukların sık sık nahoş durumlarla karşılaştıkları yani ev sahibesini çıplak olarak ‘bastıkları’ olurmuş… Dünyanın en çok satan ressamı Thomas Kinkade’in öncülü aslında Albrecht Dürer’miş. Kinkade’in, son derece kitsch tablolarını internet üzerinden pazarlayarak çok ama çok zengin olması gibi, Dürer de her resminden yüzlerce kopyayı bizzat çıkarıp kitapçılarda satışa sunuyormuş… Aralarındaki büyük deha farkı ayrı konu. Gerçekçiliğe önem veren ve modelsiz resim yapmayan Caravaggio, Lazarus’un Dirilişi tablosu için yardımcılarından yeni gömülmüş bir cesedi mezardan çıkarıp kollarından tutarak poz verdirtmelerini istemiş. Dahası eline bir hançer alarak cesedi yine gerçekçilik adına bir kez daha ‘öldürmüş’. Ancak yardımcılarının kokudan bayılmaları yüzünden poz verme seansı kısa sürmüş.
Büyük Sanatçıların Gizli Hayatları adlı kitapta dahi ressamların inayetten sahtekarlığa, düzenbazlıktan züppeliğe türlü çeşit acayip hikayeleri anlatılıyor. Aralarında oturma odasında orji düzenleyenler de var, hapiste yatanlar da… Hatta Aşk Gemisi’nde konuk oyuncu olarak görünenler bile var.
Kitaptaki bölüm adları da birbirinden eğlenceli… Genç bir adam olarak çileden çıkmış ressam… Penis kardeşliği… Tavus kuşu odası tedirginliği… İncelmiş vahşinin gizli çekiciliği… Başarıya erişmezseniz, mezar taşınızı bekleyin… Teşhis: Deha… Hayat limon servisi yapıyorsa, sen sanat yap… Tual üzerinde herkes çığlık attığını duyabilir… Cebindeki silah mı, yoksa sadece beni gördüğüne mi sevindin? Şeref baş ağrıtıyor… Kübizm pasaklı olduğunu asla itiraf etmek zorunda değilsin demektir… En iyi küçük genelev… İneklerim var, seyahat ederim… Elveda melekler, merhaba devrim… Silinmeden önce hayat… Erkek, hizmetçisinden belli olur… Son ölen son sözü söyler… Kimse Michealangelo’yu köşeye sıkıştıramaz ama bir tavan arasına, belki…
İşte kitapta hikaye edilen ressamlar ve heykeltraşlardan seçtiğim birkaç tanesi…
August Rodin: Kalpsiz sevgili ve hayırsız koca
Okuma yazma bile bilmeyen, güzel ve zeki bile olmayan bir terzi kızla, Rose Beurret’yle sevgili oldu. Kadın onun bütün işlerini yapıyor, gıkını çıkarmadan köle gibi çalışıyor, üstelik sanatçının başka kadınlarla olan kısa ve uzun süreli ilişkilerine karışmıyordu. Camille Claudel’le olan fırtınalı ve uzun beraberliğe bile öfkelenmedi. Rose sabırla vefakalarlıkla Rodin’in tamamen ona ait olacağı günü bekledi. Adamsa ondan olan oğlunu evlat edinmeye bile tenezzül etmediği gibi sevgilisine müthiş servetinden zırnık koklatmadı, ona ufak bir hizmetçi maaşından fazlasını uygun bulmuyordu. Kadın da zaten hizmetçiden farksızdı. Rodin, tam 53 yıl sonra, iyice yaşlandıklarında ancak Rose’a evlenme teklif etti. Ancak Rose birkaç gün sonra hastalandı. Yatalak olarak geçirdiği iki haftadan sonra, taze gelinliğinin tanı bile çıkaramadan öldü.
Andy Warhol: Fabrika’daki kayıp ruhlar
Radikal bir feminist tarafından vurulan Andy Warhol 1963′te bir depo alıp adını Fabrika koydu. Hem atölye hem de 24 saat parti mekanı işlevi gören Fabrika’ya çoğunluğu uyuşturucu bağımlısı olan ve Rezil Rita, Belediye Başkanı, Düşes ya da Şekerleme Perisi gibi garip adlar taşıyan eşcinseller, transseksüeller geliyordu. Warhol onları zen benzeri bir umursamazlıkla kabul ediyor hatta bu tavrını zaman zaman acımasız bir kayıtsızlığa dönüştürebiliyordu. Bir keresinde Freddie herco adlı biri LSD tribi esnasında kendini Fabrika’nın beşinci katından atmıştı. Warhol asistanlarını şöyle azarladı: “Niçin beni önceden uyarmadınız? Kameramı hazırlamış olsaydım olayı filme çekebilirdim.”
Frida Kahlo: Kocasını bebek gibi yıkayan kadın
Frida Kahlo onu sayısız kereler aldatan ve sonradan “Şeytandan bile kötü” diye tanımlayacağı ressam kocası Diego Riviera’yla tanıştığında adeta büyülenmişti. Saatlerce onun çalıştığı yere gidip onu seyrediyordu. Aralarında büyük yaş farkı vardı, dahası arkadaşları Diego’yu çirkin, pis ve şişman buluyor, Frida’nın onda neyi beğendiğini anlayamıyorlardı. Frida şöyle dedi onlara: “O müfik, sevecen , bilge ve tatlı biri. Ne olmuş şişman ve kirliyse? Ben onu yıkar, temizlerim.” Gerçekten de öyle oldu. Yıkanmaktan hazzetmeyen Diego Riviera’yı küvete girmeye ancak Frida ikna edebiliyordu ve 140 kiloluk kocasını suda yüzen ördekler ve diğer oyuncaklarla birlikte saatlerce sabunlayıp temizliyordu.
M.C. Escher: Lütfen bana ‘Sir’ deyiniz!
Bu illüzyon numaraları kullanarak farklı dünyalar ve farklı boyutlar icat eden nevi şahsına münhasır ressamın popülerliği 1960′larda doruğa çıkmıştı. En büyük hayranlarından biri de Mick Jagger’dı. Jagger onunla tanıştıktan kısa bir süre sonra bir mektup yazdı ve yeni Rolling Stones albümünün kapak grafiklerini yapmasını rica etti. Salvador Dali dışında hiçbir meslektaşını beğenmeyen kibirli ve havalı Escher yaşlı bir İngiliz beyefendisi olarak sadece sevgi ve hayranlık değil aynı zamanda saygı da bekliyordu. Jagger’a şu cevabı yazdı: “Lütfen bir daha bana ön adımı kullanarak ‘Sevgili Maurits’ diye hitap edemeyeceğinizi hatırlatmama izin verin.”
Marcel Duchamp: Olimpiyatlara katılan ressam
Dada’nın temsilcilerinden Marcel Duchamp’a şöhretinin doruğundayken, bir mültimilyarderden müthiş bir teklif geldi. Hayatı boyunca yapacağı her resim için 10 bin dolar alacaktı. (Eserlerini nasıl yaptığını bilenler için bunun hakikaten iyi teklif olduğunu söylemek gerek. Mesela ucuz bir Mona Lisa röprodüksiyonuna alelacele bıyık çiziktiriveriyor ve böylece büyük para kazanabiliyordu.) Bunu duyan Duchamp satranç oynamayı sanata tercih ettiğini söyleyerek resim yapmayı bıraktığını açıkladı. Ve gerçekten de gününün neredeyse 24 saatini satranç oynayarak geçirmeye başladı. İki yıl sonra Büyük Usta ünvanını aldı hatta Fransa’yı olimpiyatlarda temsil etti. Bu arada hakiki Mona Lisa’nın kaşları da yüzlerce yıldır ayrı bir esrar. Zira resmin ilk tasarım notlarında Leonardo şöyle yazmış: “Doğal kaşları var. Tüyler özellikle bir yerde daha da yoğun biçimde çıkmış” Gelin görün ki dünyanın bu en ünlü tablosundaki kadının kaşları yok. Ya Leonardo yarı yolda kaşları tamamlamaktan vazgeçti ya da kaşlar esrarengiz bir biçimde sonradan yok oldu.
Birkaç tuhaflık daha
Salvador Dalí aşık olduğu Gala’yı baştan çıkarmak için gübreden elde ettiği çok igrenç bir parfüm yapmış.
Gabriel Dante Rossetti’nin sayısız egzotik hayvandan oluşan büyük bir hayvanat bahçesi varmış. Lakin en sevdiği hayvanı, Avustralya’dan getirttiği kangruyla domuz karışımı bir mahluk olan vombat’mış. Rosetti onun yemek masasının üzerinde uyumasına bile izin veriyormuş.
Ressam ve heykeltraş Michelangelo’nun vücudu öyle kötü kokuyormuş ki, yardımcıları onunla uzun süre çalışmaya dayanamadıkları için ‘istifa ediyorlarmış’. Michealangelo’nun bir diğer tuhaflığı da ömrü uzattığına inandığı için cinsel perhiz yapmasıymış.
Edward Hopper düzenli olarak karısını dövermiş.
Claude Monet ilk karısı kanserden ölmeden birkaç gün önce, yeni tanıştığı bir kadınla nişanlanmış karısı öldükten hemen sonra da yeniden evlenmiş.
Kulağı kesik ressam Vincent van Gogh tüpteki boyalara tıpkı çocukların çikolatalı kremaya baktığı gibi bakar, hatta o boyaları tüpten emerek yermiş.
Oturma odasında orji düzenleyen genelev müdavimi Pablo Picasso tam bir heykel zararlısıymış; Louvre Müzesi’ndeki bazı heykelleri parçaladığı ya da kafalarını kırdığı için aylarca hapis yatmış.
Pop Art’ın yaratıcısı ve en büyük temsilcisi Andy Warhol Aşk Gemisi adlı dizinin bir bölümünde oyuncu olarak seyirci karşısına çıkmış.
Gülenay Börekçi, Habertür